duygusal gelişim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
duygusal gelişim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
12 Temmuz 2011 Salı
Tweet
Ata çok yakında iki yaşını dolduracak. Dolu dolu 22 aydır bizimle birlikte aynı odada uyuyor.
Dün akşam yanına uzanıp masal dinletip sırtını sıvazlarken aklıma pek çok düşünce geldi. İlki işte buydu, birlikte uykuya dalmak ve onun güzelliği rahatlığı.
Ata’ nın uyku saatinde hep birlikte yatağa gidiyoruz. Biraz sohbet, biraz gece yoklamasının ardından son günlerde dinlediğimiz masalın bitmesiyle uykuya dalıyor(uz). Eğer günün yorgunluğundan baygın düşmüşsek evet, birlikte gerçekten uykuya daliyoruz. Yok öyle değil, eğer çok yorulmamışsak Ata uyuduktan sonra baş ucumuzun yanında duran karyolasına alıp uykusunu kendi yatağında devam ettiriyoruz.
Dün gece oğlumu uyuturken aklıma gelenlerden biri de buydu; sakin sakin uyu(t)manın kişiliğine olan pozitif katkısı... Bebekle aynı odada uyumak sakıncalı mı? Bebekle uyumak zarar verir mi? Gibi soruları uzmanlara danışarak yanıt aradık. Yapılması gereken de buydu. Uykuyu asla sinir harbine çevirmemek ve ben de çiverimedim. Memede uyumak isterse memede, pışpışla uyumak isterse kucakta, yanımda uyumak isterse yanımda… O minicik adamı kurallara hapsetmeden, isteklerine ve doğasına saygısızlık etmeden uyuttum.
Acaba uyku bir sinir harbine ve inada dönüşseydi ne olurdu diye düşünmeden edemiyorum. Ata nasıl bir çocuk olurdu? Çok eminim ki; sakin ve huzurlu bir çocuk olmazdı. Güven ve saygı konusunda ebeveynleri tarafından özenli davranıldığı için kendine güvenmeyi ve saygı duymayı öğrenen bir çocuk oldu bence.
Yine dün gece, yatağına yatarırken “anne, al beni” dedi ve tekrar kollarıma aldım. Biraz daha vakit geçirdik ve tekrar yatağına bıraktım. Ata 6 aylıkken bunu yaşasam kendini ağlayarak ifade edebilecekti. İnad edip, ağlamasına bir şekilde dayanıp, “kendi yatağında uykuya dalmayı öğreneceksin yavrum!” diye kassaydım ne olurdu? Bir kere kendini ifade edemeyen bir insana çok ayıp etmiş olurdum. Sonra ciddi bir saygısızlık., ardından yoksunluk sendromu, daha sonra ise özgüven ve özsaygı oluşumunda hasar bırakma durumu olabilirdi. Bunların ileride nelere sebep olabileceğini az çok tahmin ediyorum.
O neden oğlumla anlaşa anlaşa, itiş kakış yaşamadan bir ilişki kurmayı yeğlediğim için acayip mutluyum. Şu hayatımda yaptığım belki de en iyi şey bu.
Tartışılanın aksine, Ata'yı gece yarıları bebek odası yatak odası arasında mekik dokumaktan usandığım için değil, daha doğurmadan çok önce bizimle birlikte uyutmaya karar verdiğimiz için co-sleeping(*) uyguladık. Özgüvenin yolu anne-babay güvenmekle başlar ve özsaygı olmadan verilen özgüven bir işe yaramaz. Özsaygının başlangıcı ise bebeğin istek ve ihtiyaçlarını iyi kavrayıp, gerekli olanı nazikçe yerine getirmekten geçiyor, bu bilimsel bir gerçek.
Artık iki yaşına günler kaldı ve odasında kendi başına uyumaya başlamasını planlıyoruz. Bakalım odasında nasıl uyuyacak minik delikanlım. Amma velakin, bu birlikte uyuma işi Ata için öyle faydalı oldu ki… Herkese tavsiye ederiz. :)
(*)Birlikte uykuya dalma
Co-sleeping (birlikte uyuma*) maceramız sona mı eriyor?
Ata çok yakında iki yaşını dolduracak. Dolu dolu 22 aydır bizimle birlikte aynı odada uyuyor.
Dün akşam yanına uzanıp masal dinletip sırtını sıvazlarken aklıma pek çok düşünce geldi. İlki işte buydu, birlikte uykuya dalmak ve onun güzelliği rahatlığı.
Ata’ nın uyku saatinde hep birlikte yatağa gidiyoruz. Biraz sohbet, biraz gece yoklamasının ardından son günlerde dinlediğimiz masalın bitmesiyle uykuya dalıyor(uz). Eğer günün yorgunluğundan baygın düşmüşsek evet, birlikte gerçekten uykuya daliyoruz. Yok öyle değil, eğer çok yorulmamışsak Ata uyuduktan sonra baş ucumuzun yanında duran karyolasına alıp uykusunu kendi yatağında devam ettiriyoruz.
Dün gece oğlumu uyuturken aklıma gelenlerden biri de buydu; sakin sakin uyu(t)manın kişiliğine olan pozitif katkısı... Bebekle aynı odada uyumak sakıncalı mı? Bebekle uyumak zarar verir mi? Gibi soruları uzmanlara danışarak yanıt aradık. Yapılması gereken de buydu. Uykuyu asla sinir harbine çevirmemek ve ben de çiverimedim. Memede uyumak isterse memede, pışpışla uyumak isterse kucakta, yanımda uyumak isterse yanımda… O minicik adamı kurallara hapsetmeden, isteklerine ve doğasına saygısızlık etmeden uyuttum.
Acaba uyku bir sinir harbine ve inada dönüşseydi ne olurdu diye düşünmeden edemiyorum. Ata nasıl bir çocuk olurdu? Çok eminim ki; sakin ve huzurlu bir çocuk olmazdı. Güven ve saygı konusunda ebeveynleri tarafından özenli davranıldığı için kendine güvenmeyi ve saygı duymayı öğrenen bir çocuk oldu bence.
Yine dün gece, yatağına yatarırken “anne, al beni” dedi ve tekrar kollarıma aldım. Biraz daha vakit geçirdik ve tekrar yatağına bıraktım. Ata 6 aylıkken bunu yaşasam kendini ağlayarak ifade edebilecekti. İnad edip, ağlamasına bir şekilde dayanıp, “kendi yatağında uykuya dalmayı öğreneceksin yavrum!” diye kassaydım ne olurdu? Bir kere kendini ifade edemeyen bir insana çok ayıp etmiş olurdum. Sonra ciddi bir saygısızlık., ardından yoksunluk sendromu, daha sonra ise özgüven ve özsaygı oluşumunda hasar bırakma durumu olabilirdi. Bunların ileride nelere sebep olabileceğini az çok tahmin ediyorum.
O neden oğlumla anlaşa anlaşa, itiş kakış yaşamadan bir ilişki kurmayı yeğlediğim için acayip mutluyum. Şu hayatımda yaptığım belki de en iyi şey bu.
Tartışılanın aksine, Ata'yı gece yarıları bebek odası yatak odası arasında mekik dokumaktan usandığım için değil, daha doğurmadan çok önce bizimle birlikte uyutmaya karar verdiğimiz için co-sleeping(*) uyguladık. Özgüvenin yolu anne-babay güvenmekle başlar ve özsaygı olmadan verilen özgüven bir işe yaramaz. Özsaygının başlangıcı ise bebeğin istek ve ihtiyaçlarını iyi kavrayıp, gerekli olanı nazikçe yerine getirmekten geçiyor, bu bilimsel bir gerçek.
Artık iki yaşına günler kaldı ve odasında kendi başına uyumaya başlamasını planlıyoruz. Bakalım odasında nasıl uyuyacak minik delikanlım. Amma velakin, bu birlikte uyuma işi Ata için öyle faydalı oldu ki… Herkese tavsiye ederiz. :)
(*)Birlikte uykuya dalma
Etiketler:
duygusal gelişim,
mutlu bebekler,
uyku
16 Mayıs 2011 Pazartesi
Tweet
Terrible Two Şekerim
Ata' yı daha doğurmamıştım, "bak teribıl tuu diye bir şey var, aman ha, dikkat et" dediler. "O nedir öyle, aman yarabbi! Çok fena olmalı ki daha doğurmadan tembihliyorlar" diye tutuştuğumu hatırlıyorum. Biraz araştırınca 2 yaş yani anal dönem - bağımsızlık evresi sıkıntıları olduğunu gördüm.
Oysa benim doğum, emzirme, gaz, süt, , uyku, beslenme, kilo, bebek bakımı, pişik kremi, banyo ... gibi konularda rahatlamaya ihtiyacım vardı.:)
Uyku konusunda rastladığım en güzel yazılardan birine sevgili Aslı Tür' ün blogunda okumuştum. Oradaki bu şahane yazıyla anneliğim yeni bir rotaya ve plana oturmuştu.
Aslı Tür'e anneliğime ve Ata'ya olan katkılarından dolayı sonsuza dek teşekkür ediyorum.
Daha sonrasında ise Türkiye'deki doğal ebeveynlik öncülerinden Psikolog Nilüfer Devecigil'i izlemeye başaldım. Bir de şu sözü çok işime yaramıştı: Ebeveyn çocuğunu zeki diye algılarsa, çocuğun kendini tecrübesi de zeki olur. Ebeveyn çocuğu ile olmaktan keyif alırsa, o da kendi ile olmaktan keyif alır. Eğer ebeveyn ona ilgi gösterir, onla neşe duyar ve onu severse; çocukta kendini ilginç, neşe veren, ve sevilen biri olarak algılar. Onların kendilerini tanıma tecrübesi, bizim onlarla olan ilişkilerimizde saklı
Onca şeyin özeti şuydu: "bebek doğduğu andan itibaren bol bol kucaklanacak. Kucağa alıştırılacak. Bol bol emzirilecek. Bebeğe saygılı olunacak, işaretleri iyi okunacak, çocuk oluncaysa zıtlaşılmayacaktı."
Zaten böyle yapınca asabi bir karakter yerine uyumlu, sakin, ne istediğini bilen biri olarak temelini oluşturacaktı.
Netekim öyle de oldu.
Ata bir kucak bebeği. Annesi yorgan döşek hasta olana kadar emdi;19 ay. Annesiyle uyudu, sık sık kucaklandı, yeri geldi kucaktan inmedi, indirilmedi. "Uslu, sakin, akıllı, zeki, ne istediğini bilir benim oğlum" şeklinde bir algıyla yaklaştım. Bebeğimi kurallar yığınıyla yetiştirdiğimi sanıp içini daraltmak yerine sade ve derin bir ilişki kurmayı denedim.
Sanırım bazı şeyleri başardım, başardık.
Şimdi sevgili Deli Anne'ciğimin de yorumladığı gibi"teribıl tuu" zamanı aslında. Ve dediklerinde yerden göğe kadar haklı. Ata' yı inceleyince şunu söyleyebilirim: İki yaş krizleri geçirmemesinin, asabi olmamasının ve gerilmemesinin alt nedenleri işte yukarıda saydıklarım. Bir de Ata'ya yalan atıp,yanıt vermem gerektiğinde sallamadım hiç. Neyse konu kısa ve net cümlelerle anlattım. Gördü ki anne-baba onu ciddiye alıp sakin sakin konuşmayı deniyor, şimdilerde o da aynısını denemeye çalışıyor o küçücük kalbiyle.
Minik kuzum benim :)
Kızmıyor mu, evet. E ama haklı, kim kızmıyor ki? Arada olacak haliyle. Bu tür durumlarda Harvey Karp'ın notlarını sık sık gözden geçiriyorum. Şu fast food kuralı çok işe yarar birşey.
Hani arkadaşımıza derdimizi anlatıp anlatıp sonunda "amaaan takma kafana boşver" gibi laflar duyunca moralimiz bozulur,kendimizi hafife alınmış hissederiz ya... Hah! işte çocuklara bunu yapmamak lazım. Bu küçük hanımları ve beyleri hafife almamak lazım. Yaşı, ayı, günü ne olursa olsun. Anında anlayış anında empati şart üstüne şart. İşte bu yüzden fast food kuralı çok işe yarar bir durum.
Bir örnek:
"Ata servis kaşığıyla çorbasını içmek istiyor"(Anne bunu en az 10 kere tekrar eder). Deli gibi süren bu tekrarın ardından Ata gevşer bir şekilde kaşığı bırakır.
Ağlama anında her neye ağlıyorsa o isteğini sıkça tekrar edip anladığımı söylerken daha az yorulduğumuzu hissediyorum. Kucağıma alıp sırtını okşuyorum. Bır bır bır bır konuşup o gergin haliyle çocuğun kafasını şişirmiyorum. Susuyorum, ağlamasını dinliyorum. Uzun nutuklar, durumu açıklamaya çalışmalar filan pek yok hayatımızda.
Yani özetle: bana yapılmasını istemediğim şeyleri oğluma yapmıyor, yapılmasını istediğim, beklediğim şeyleri ise olabildiğince uygulamaya çalışıyorum.
Hatalarım yok mu?
Dolu...
Ama,ancak ben ne istediğimi ve Ata' nın ne istediğini iyi biliyorum.
Gerisi teferruat :)
Oysa benim doğum, emzirme, gaz, süt, , uyku, beslenme, kilo, bebek bakımı, pişik kremi, banyo ... gibi konularda rahatlamaya ihtiyacım vardı.:)
Uyku konusunda rastladığım en güzel yazılardan birine sevgili Aslı Tür' ün blogunda okumuştum. Oradaki bu şahane yazıyla anneliğim yeni bir rotaya ve plana oturmuştu.
Aslı Tür'e anneliğime ve Ata'ya olan katkılarından dolayı sonsuza dek teşekkür ediyorum.
Daha sonrasında ise Türkiye'deki doğal ebeveynlik öncülerinden Psikolog Nilüfer Devecigil'i izlemeye başaldım. Bir de şu sözü çok işime yaramıştı: Ebeveyn çocuğunu zeki diye algılarsa, çocuğun kendini tecrübesi de zeki olur. Ebeveyn çocuğu ile olmaktan keyif alırsa, o da kendi ile olmaktan keyif alır. Eğer ebeveyn ona ilgi gösterir, onla neşe duyar ve onu severse; çocukta kendini ilginç, neşe veren, ve sevilen biri olarak algılar. Onların kendilerini tanıma tecrübesi, bizim onlarla olan ilişkilerimizde saklı
Onca şeyin özeti şuydu: "bebek doğduğu andan itibaren bol bol kucaklanacak. Kucağa alıştırılacak. Bol bol emzirilecek. Bebeğe saygılı olunacak, işaretleri iyi okunacak, çocuk oluncaysa zıtlaşılmayacaktı."
Zaten böyle yapınca asabi bir karakter yerine uyumlu, sakin, ne istediğini bilen biri olarak temelini oluşturacaktı.
Netekim öyle de oldu.
Ata bir kucak bebeği. Annesi yorgan döşek hasta olana kadar emdi;19 ay. Annesiyle uyudu, sık sık kucaklandı, yeri geldi kucaktan inmedi, indirilmedi. "Uslu, sakin, akıllı, zeki, ne istediğini bilir benim oğlum" şeklinde bir algıyla yaklaştım. Bebeğimi kurallar yığınıyla yetiştirdiğimi sanıp içini daraltmak yerine sade ve derin bir ilişki kurmayı denedim.
Sanırım bazı şeyleri başardım, başardık.
Şimdi sevgili Deli Anne'ciğimin de yorumladığı gibi"teribıl tuu" zamanı aslında. Ve dediklerinde yerden göğe kadar haklı. Ata' yı inceleyince şunu söyleyebilirim: İki yaş krizleri geçirmemesinin, asabi olmamasının ve gerilmemesinin alt nedenleri işte yukarıda saydıklarım. Bir de Ata'ya yalan atıp,yanıt vermem gerektiğinde sallamadım hiç. Neyse konu kısa ve net cümlelerle anlattım. Gördü ki anne-baba onu ciddiye alıp sakin sakin konuşmayı deniyor, şimdilerde o da aynısını denemeye çalışıyor o küçücük kalbiyle.
Minik kuzum benim :)
Kızmıyor mu, evet. E ama haklı, kim kızmıyor ki? Arada olacak haliyle. Bu tür durumlarda Harvey Karp'ın notlarını sık sık gözden geçiriyorum. Şu fast food kuralı çok işe yarar birşey.
Hani arkadaşımıza derdimizi anlatıp anlatıp sonunda "amaaan takma kafana boşver" gibi laflar duyunca moralimiz bozulur,kendimizi hafife alınmış hissederiz ya... Hah! işte çocuklara bunu yapmamak lazım. Bu küçük hanımları ve beyleri hafife almamak lazım. Yaşı, ayı, günü ne olursa olsun. Anında anlayış anında empati şart üstüne şart. İşte bu yüzden fast food kuralı çok işe yarar bir durum.
Bir örnek:
"Ata servis kaşığıyla çorbasını içmek istiyor"(Anne bunu en az 10 kere tekrar eder). Deli gibi süren bu tekrarın ardından Ata gevşer bir şekilde kaşığı bırakır.
Ağlama anında her neye ağlıyorsa o isteğini sıkça tekrar edip anladığımı söylerken daha az yorulduğumuzu hissediyorum. Kucağıma alıp sırtını okşuyorum. Bır bır bır bır konuşup o gergin haliyle çocuğun kafasını şişirmiyorum. Susuyorum, ağlamasını dinliyorum. Uzun nutuklar, durumu açıklamaya çalışmalar filan pek yok hayatımızda.
Yani özetle: bana yapılmasını istemediğim şeyleri oğluma yapmıyor, yapılmasını istediğim, beklediğim şeyleri ise olabildiğince uygulamaya çalışıyorum.
Hatalarım yok mu?
Dolu...
Ama,ancak ben ne istediğimi ve Ata' nın ne istediğini iyi biliyorum.
Gerisi teferruat :)
Etiketler:
anne olmak,
Ata,
doğal ebeveynlik,
duygusal gelişim,
emzirme,
gelişim psikolojisi,
iki yaş
13 Şubat 2011 Pazar
Tweet
Yine uyku, yine ağlatma, yine bunu zararsız zanneden anneler...
Sevgili Hülya, Alternatif Anne de Çocuğuyla aynı yatakta yatmak ya da yatmamak başlıklı bir yazı yayınlamıştı.
İlk grubu bebek odası ve yatak odası arasında mekik dokumaktan vazgeçip bebeği odasına alanlar olarak almış. Ben de bu gruba girmediğimi, en başından beri birlikte uyuduğumuzu yazdım. Ardından sevgili Işıl ve sevgili Açalya kişisel görüşlerini bildirmişler. Işıl da aynı şeyi söylemiş: "bebeğini yanında yatırmaya doğmadan önce karar veren anneler olarak bir başlık açsaydın keşke"demiş. Aynı zamanda "ipleri eline almak" ve "patron" olmak gibi kavramlar olmadığı için 7/24 bebeğin ihtiyaçlarına tam ve yerinde yanıt vermenin onlar için en doğrusu ve en sağlıklısı olacağına inandığımız için bunu yapıyoruz demiş.
Bir kere Işıl'a sonuna kadar katılıyorum. Bebeğimi doğurmadan önce yanımda yatırmaya karar verrmiştim. Ama yine de Hülya, bir zorluğu atlatmak şeklind eyorumlayarak ilk sıraya aldığını belirtti.
Bebekleri ağlatmanın stresi ile ilgilibir yazım var: Bu yazıya pek ünlü bir psikolog hanım bile hem tepki gösterdi hem tebrik gönderdi. Popüler olunca kafası karışıyor insanın demek ki :)))
Bence bebeğine uyku terbiyesi vermek isteyen pek çok anne keyfine düşkün tiplemeden uzak değil. "Anne iyi uyuyacakmış ki..." diye başlayan cümleleri hiç samimi bulmuyorum artık. Tamamen bencillik. Ayrıca; 9 ay karnınızın içinde olan bir bebeği doğar doğmaz olmasa da daha kendini ifade etme becerisinden yoksunken büyük bir aceleyle başka odaya bırakmanın "güvende" ve "özgüvenli çocuk yetiştirme" kavramları açısından bakıldığında büyük bir telaş, acelecilik ve acemilik olduğunu düşünüyorum. 5 gün bebeği ağlatmanın sonu a tipik depresyondur. Literatür bilenler ve karıştıranlar gelsin konuşalım.
"Ferber denedim, uyuttum" deyip rahatına eren anneler iyi bilsin ki bebeğin yaşadığı stres kadar varılan sonuç depresyondur. Tekrar ediyorum. Çocuk "öğrenilmiş çaresizlik" denen kavramı gerçekleştiği için, bebek ağlar ağar, anadan ümidi keser ve uyur.
Ben de bebeğimi yalnız büyüttüm, büyütüyorum. Çok zorlandığım anlar oldu. Ama hiç Ata'yı şikayet etmedim. Uyanacak tabi, o bir bebek, pek çok ihtiyacı olduğu için, en başta anneyi yokladığı için uyanacak. Beraber uyumakla rahat ve sakin bir adam olarak büyüyor. Bize güveniyor. "Yoksunluk" denen şeyi yaşatmadık çok şükür. Burada ferbercilere verip veriştirdim ayrıca. Çünkü kazık kadar halimizle anneye muhtaç olsak ve annemiz istediğimiz ilgiyi vermese bunalıma gireriz diye anlattım. Anlayan anladı anlamayan bana özelden ferberi övdü.
Saçmalamayın,bebeklerin "ipleri eline aldığını" , "patron olmaya çalıştığını" düşünmek, daha neokorteski bile olmayan yani sosyal ve duygusal yönden bu kadar karmaşık bir işlem yapamayacak kadar saf temiz varlıklara ait şeyler değil. Bunları düşünenler büyükler, büyüyüp kirlenmiş olan büyükler. Bir de bu tür şeyleri düşünenlerin bir yerlerde açıkta ve gizlide duran kompleksleri olduğunu da düşünüyorum. Kim bir bebeğin "patron benim" demek için ağladığını düşünecek kadar iyi niyetli olabilir? Hiç kimse...! Düşünse düşünse kendi acizliğini örtbas etmeye kalkan kompleksli yetişkinler düşünür. Ayrıca pozitif disiplin veren ebeveyn olmaktan bahsediyorsanız, kusura bakmayın ama ferber - yatır kaldır yöntemleri uyguladıysanız, bunlar sizin sicilinizi bozar.
Açalya'ya da çok katılıyorum. Birlikte uyumak adamı adam eder diyorum.
Ağlattım, yatırdım kaldırdım, bir travma olmadı diyenlerdenseniz ergenlikte ve devamında kök söktüreceğini bilin ona göre şimdiden hazırlık yapın diyorum son söz olarak. İlk aşaması 2 yaş krizidir tabi.
Ballandıra ballandıra anlatan annelerin ve şakşakçılarının bilmesi gerekenleri ben kendimce anlattım. Bir de çocuk nöroloğu olan bir uzman anlatsın, benim anlattıklarımı sallayabilirsiniz ama bu kadının kapı gibi iş ve bilim otoritesine kulak verin diyorum. Ayrıca Sabiha Paktuna Keskin in bu işten iyi anladığını ve annelere iyi bir rehber olabileceğini düşünüyorum.
Video tam bu yazıya göre.
Not: Hülyacım, yazımı tamamen kendi üzerine alma sakın, direk sana değil, ille de ferber diye tutturanlara tepkili olduğum için ferber seven ve yaşatan annelere karşı yazdım.
Hepinize sevgiler
İlk grubu bebek odası ve yatak odası arasında mekik dokumaktan vazgeçip bebeği odasına alanlar olarak almış. Ben de bu gruba girmediğimi, en başından beri birlikte uyuduğumuzu yazdım. Ardından sevgili Işıl ve sevgili Açalya kişisel görüşlerini bildirmişler. Işıl da aynı şeyi söylemiş: "bebeğini yanında yatırmaya doğmadan önce karar veren anneler olarak bir başlık açsaydın keşke"demiş. Aynı zamanda "ipleri eline almak" ve "patron" olmak gibi kavramlar olmadığı için 7/24 bebeğin ihtiyaçlarına tam ve yerinde yanıt vermenin onlar için en doğrusu ve en sağlıklısı olacağına inandığımız için bunu yapıyoruz demiş.
Bir kere Işıl'a sonuna kadar katılıyorum. Bebeğimi doğurmadan önce yanımda yatırmaya karar verrmiştim. Ama yine de Hülya, bir zorluğu atlatmak şeklind eyorumlayarak ilk sıraya aldığını belirtti.
Bebekleri ağlatmanın stresi ile ilgilibir yazım var: Bu yazıya pek ünlü bir psikolog hanım bile hem tepki gösterdi hem tebrik gönderdi. Popüler olunca kafası karışıyor insanın demek ki :)))
Bence bebeğine uyku terbiyesi vermek isteyen pek çok anne keyfine düşkün tiplemeden uzak değil. "Anne iyi uyuyacakmış ki..." diye başlayan cümleleri hiç samimi bulmuyorum artık. Tamamen bencillik. Ayrıca; 9 ay karnınızın içinde olan bir bebeği doğar doğmaz olmasa da daha kendini ifade etme becerisinden yoksunken büyük bir aceleyle başka odaya bırakmanın "güvende" ve "özgüvenli çocuk yetiştirme" kavramları açısından bakıldığında büyük bir telaş, acelecilik ve acemilik olduğunu düşünüyorum. 5 gün bebeği ağlatmanın sonu a tipik depresyondur. Literatür bilenler ve karıştıranlar gelsin konuşalım.
"Ferber denedim, uyuttum" deyip rahatına eren anneler iyi bilsin ki bebeğin yaşadığı stres kadar varılan sonuç depresyondur. Tekrar ediyorum. Çocuk "öğrenilmiş çaresizlik" denen kavramı gerçekleştiği için, bebek ağlar ağar, anadan ümidi keser ve uyur.
Ben de bebeğimi yalnız büyüttüm, büyütüyorum. Çok zorlandığım anlar oldu. Ama hiç Ata'yı şikayet etmedim. Uyanacak tabi, o bir bebek, pek çok ihtiyacı olduğu için, en başta anneyi yokladığı için uyanacak. Beraber uyumakla rahat ve sakin bir adam olarak büyüyor. Bize güveniyor. "Yoksunluk" denen şeyi yaşatmadık çok şükür. Burada ferbercilere verip veriştirdim ayrıca. Çünkü kazık kadar halimizle anneye muhtaç olsak ve annemiz istediğimiz ilgiyi vermese bunalıma gireriz diye anlattım. Anlayan anladı anlamayan bana özelden ferberi övdü.
Saçmalamayın,bebeklerin "ipleri eline aldığını" , "patron olmaya çalıştığını" düşünmek, daha neokorteski bile olmayan yani sosyal ve duygusal yönden bu kadar karmaşık bir işlem yapamayacak kadar saf temiz varlıklara ait şeyler değil. Bunları düşünenler büyükler, büyüyüp kirlenmiş olan büyükler. Bir de bu tür şeyleri düşünenlerin bir yerlerde açıkta ve gizlide duran kompleksleri olduğunu da düşünüyorum. Kim bir bebeğin "patron benim" demek için ağladığını düşünecek kadar iyi niyetli olabilir? Hiç kimse...! Düşünse düşünse kendi acizliğini örtbas etmeye kalkan kompleksli yetişkinler düşünür. Ayrıca pozitif disiplin veren ebeveyn olmaktan bahsediyorsanız, kusura bakmayın ama ferber - yatır kaldır yöntemleri uyguladıysanız, bunlar sizin sicilinizi bozar.
Açalya'ya da çok katılıyorum. Birlikte uyumak adamı adam eder diyorum.
Ağlattım, yatırdım kaldırdım, bir travma olmadı diyenlerdenseniz ergenlikte ve devamında kök söktüreceğini bilin ona göre şimdiden hazırlık yapın diyorum son söz olarak. İlk aşaması 2 yaş krizidir tabi.
Ballandıra ballandıra anlatan annelerin ve şakşakçılarının bilmesi gerekenleri ben kendimce anlattım. Bir de çocuk nöroloğu olan bir uzman anlatsın, benim anlattıklarımı sallayabilirsiniz ama bu kadının kapı gibi iş ve bilim otoritesine kulak verin diyorum. Ayrıca Sabiha Paktuna Keskin in bu işten iyi anladığını ve annelere iyi bir rehber olabileceğini düşünüyorum.
Video tam bu yazıya göre.
Not: Hülyacım, yazımı tamamen kendi üzerine alma sakın, direk sana değil, ille de ferber diye tutturanlara tepkili olduğum için ferber seven ve yaşatan annelere karşı yazdım.
Hepinize sevgiler
Etiketler:
bebek gelişimi,
duygusal gelişim,
ergenlik,
gelişim psikolojisi,
ikaz ediyorum,
uyku
18 Ocak 2011 Salı
Tweet
Ata duvarları karalar ve...
Annesi daha sonradan garip olarak değerlendirdiği tutuk, garip, tuhaf bir tepki verir.
Olay şöyle gelişmiştir:
Okuldayım, molada çay içiyoruz, telefon...Çağatay:
Çağatay:Bil bakalım Ata ne yapıyor?
Ben:Hmmm, kule yapıyor.
Çağatay:Yok, değil.
Ben:Immmm, takla atıyor.
Çağatay:I-ıh
Ben:Söyle çatlayacağım ve zil çalmak üzere :)))
Çağatay:Duvarlara çizgi çiziyor :))))
Ben:Ne, duvarlara çizgi mi çiziyor?
Çağatay: Evet, bir görsen çok şirinler...
Ben:Tsssssssss
Çağatay: Gelince fotoğraflarını çekersin annesi.
Ben:Aaa tabi, mutlaka:)
Kapattıktan sonra:
Oğlum büyüdü ve duvarları karalıyor, vay be! Şoktayım. Ne var, aslında geç bile kaldı. E benden izin mi bekleyecekti, haklı çocuk, buldun mu çizeceksin :))) Acaba ne çizdi, nereye çizdi? Ya deli misin kızım, bırak işte, çizmiş olmuş bitmiş.
Eve gelince:
Ata odasının duvarlarına minik minik karalamalar yapmıştır.
Ben: AAAaaaaaaa, annecim bunlar çok güzel :)))
Ata'nın odasına Esra ablasıyla birlikte çizdiğimiz portakal ağacı
Ayrıntılar
Ayrıntılar, ayrıntılar...
Kendi odasında çalışmalar yaptığını görünce ooooh oldum. Bu aslında benim bir çelişkim yine bana kalırsa... Çocuk yaratıcı olsun, evet. Duvarları özgürce kullansın,hayır!
Yok, olmadı Aylin Anne. Sen ki özgürlüğü ve yaratıcılığı destekliyor + savunuyorken evin duvarları söz konusu olunca tssss dedin :) Ancak bir yandan da herkesin kardinalleri var. Yani salona çizmesine elbette bir şey demem ama tercihim kendi odasından yana olur. Nasıl ki Çağatay' ın çalışma odasında bir iğnenin dahi yerini değiştirmeyip onun çalışma alanına girmiyor, temizlik, ev toplama gibi bahanelerle dalmıyorsam, Ata' nın odasına da aynısını yapmalıyım.(Not: Ata halen bizimle uymakta ve hala daha ayırmayı düşünmüyoruz ;) Ve yine doğal olarak salon gibi herkesin kullanımına açık olan bir yerin düzen nizam ve intizamından sorumlu biri olarak buraların kendi halinde kalmasını tercih ederim dediğim gibi. Fakat çizerse de asla tepki vermem, desteklerim. Belki anlayacağı bir dilde ona kendi odasını tercih etmesini telkin edebilirim...
Şimdi tam olarak bilemiyorum aslında...Bildiğim ve emin olduğum şey; Ata'ya yeni ve iyi boya kalemleri almak:))))
Bu arada Limango Kids yayına girmiş, az önce gördüm, paylaşayım dedim.
Bir de konuyla alakasız fakat ilgimi çeken bir haber; Nicole Kidman taşıyıcı anne yoluyla yeni bir bebek sahibi olmuş. Bananeyse?!! :))) Paylaşayım bunu da, hadi bakalım :)
Olay şöyle gelişmiştir:
Okuldayım, molada çay içiyoruz, telefon...Çağatay:
Çağatay:Bil bakalım Ata ne yapıyor?
Ben:Hmmm, kule yapıyor.
Çağatay:Yok, değil.
Ben:Immmm, takla atıyor.
Çağatay:I-ıh
Ben:Söyle çatlayacağım ve zil çalmak üzere :)))
Çağatay:Duvarlara çizgi çiziyor :))))
Ben:Ne, duvarlara çizgi mi çiziyor?
Çağatay: Evet, bir görsen çok şirinler...
Ben:Tsssssssss
Çağatay: Gelince fotoğraflarını çekersin annesi.
Ben:Aaa tabi, mutlaka:)
Kapattıktan sonra:
Oğlum büyüdü ve duvarları karalıyor, vay be! Şoktayım. Ne var, aslında geç bile kaldı. E benden izin mi bekleyecekti, haklı çocuk, buldun mu çizeceksin :))) Acaba ne çizdi, nereye çizdi? Ya deli misin kızım, bırak işte, çizmiş olmuş bitmiş.
Eve gelince:
Ata odasının duvarlarına minik minik karalamalar yapmıştır.
Ben: AAAaaaaaaa, annecim bunlar çok güzel :)))
Ata'nın odasına Esra ablasıyla birlikte çizdiğimiz portakal ağacı
Ayrıntılar
Ayrıntılar, ayrıntılar...
Kendi odasında çalışmalar yaptığını görünce ooooh oldum. Bu aslında benim bir çelişkim yine bana kalırsa... Çocuk yaratıcı olsun, evet. Duvarları özgürce kullansın,hayır!
Yok, olmadı Aylin Anne. Sen ki özgürlüğü ve yaratıcılığı destekliyor + savunuyorken evin duvarları söz konusu olunca tssss dedin :) Ancak bir yandan da herkesin kardinalleri var. Yani salona çizmesine elbette bir şey demem ama tercihim kendi odasından yana olur. Nasıl ki Çağatay' ın çalışma odasında bir iğnenin dahi yerini değiştirmeyip onun çalışma alanına girmiyor, temizlik, ev toplama gibi bahanelerle dalmıyorsam, Ata' nın odasına da aynısını yapmalıyım.(Not: Ata halen bizimle uymakta ve hala daha ayırmayı düşünmüyoruz ;) Ve yine doğal olarak salon gibi herkesin kullanımına açık olan bir yerin düzen nizam ve intizamından sorumlu biri olarak buraların kendi halinde kalmasını tercih ederim dediğim gibi. Fakat çizerse de asla tepki vermem, desteklerim. Belki anlayacağı bir dilde ona kendi odasını tercih etmesini telkin edebilirim...
Şimdi tam olarak bilemiyorum aslında...Bildiğim ve emin olduğum şey; Ata'ya yeni ve iyi boya kalemleri almak:))))
Bu arada Limango Kids yayına girmiş, az önce gördüm, paylaşayım dedim.
Bir de konuyla alakasız fakat ilgimi çeken bir haber; Nicole Kidman taşıyıcı anne yoluyla yeni bir bebek sahibi olmuş. Bananeyse?!! :))) Paylaşayım bunu da, hadi bakalım :)
Etiketler:
Ata,
Aylin Anne,
Çağatay,
duygusal gelişim,
motor gelişimi,
sosyal gelişim,
zihinsel gelişim
19 Eylül 2010 Pazar
Tweet
Eee, artık ne de olsa bir yaşında koca bir delikanlı o :) Hayatında çok şey gelişti ve artık daha sosyal bir çocuk oldu.
Öğretmen olduğumdan mıdır nedir bilmem, herşeyin bir rutini olsun istiyorum. Yada belki bilinçlatı iletişimi kuruyor, Ata' nın bir isteğini farketmeden yerine getiriyor olabilirim. Belki benim yakışıklı miniğim rutinsever bir beyefendi olarak yetişmek istiyordur...Doğduğundan beri pek bir sistemliyiz de... Saate değil günlük olay sıralarımıza bağlı gidiyoruz.
1 yaşına bastığı bu son günlerde artık daha sosyal konular gündemimizi dolduruyor.
Sabah kahvaltısının ardından sabah yürüyüşü... Aman efendim, apartmanın önündeki resmi kadrolu kedilerimizle başlıyoruz önce.
Şeref günaydın,
Semizotu günaydın,
Hanım günaydın,
Arap günaydın,
Çeto günaydın,
Kızçe günaydın...Biz de pisi pisi deyip miyavlayarak iletişime geçemeye çalışıyoruz:)
Sonra veteriner kliniğindeki köpekler ziyaret ediliyor:
Tarçın günaydın,
Hera günaydın...
Kargalarla söyleşiliyor, sesleri taklit ediliyor.
Kumrulara ekmek bırakılıyor.Gu-guuuk, gu-guuuk diyerek yine taklit yapılmaya çalışınıyor :)))
Bütün komşulara ayrı ayrı tek tek gülümseniyor, el sallanıyor.Yoldan geçen belediye çalışanlarına kolay gelsin deniyor.
Cam kumbarasına cam şişeler atılıyor.
Eller siliniyor, parka yürünüyor...
Pestili çıkmış bir anneyle eve dönülüyor, hahahahah :))))
Öğleden sonra komşumuz minik Ayşe ile oyun oynama seansı başlıyor. En komiği de onları bebekçe konuşurken sessiz sessiz dinlemek.
-Ata:Abababaaa
-Ayşe:Aeeee Ah!Ah!
-Ata:Buda buda buda dedede!
-Ayşe:Bu dededede...,
O sırada dede gelir :)))
Market alıverişi, esnafla merhabalaşma,komşu ziyaretleri, akşam babannemizde 5 çayları, parkta yeni arkadaşlar edinmeyle beraber epey etkileşimli bir gün geçirilerek, akşama doğru son saklambaç ve elim sende oyunları oynanarak güne veda ediliyor.
Eee, daha ne olsun :)
Bence hayvanlara ağırlık vermemiz çok iyi oluyor, çünkü onun sevgisi,ilgisini görmek, şefkat ve merhamet sahibi biri olarak yetişmesini sağlamak çok önemli. Ben herkese tavsiye ediyorum.
Bu arada eve hayvan almak istiyorum ama biraz zor gibi sanki? Hayvanla yaşayanlarınız varsa tavsiyelerinizi merak ediyorum.
Sevgiler
Aylin
Ata'cığım sosyalleşiyor
Eee, artık ne de olsa bir yaşında koca bir delikanlı o :) Hayatında çok şey gelişti ve artık daha sosyal bir çocuk oldu.
Öğretmen olduğumdan mıdır nedir bilmem, herşeyin bir rutini olsun istiyorum. Yada belki bilinçlatı iletişimi kuruyor, Ata' nın bir isteğini farketmeden yerine getiriyor olabilirim. Belki benim yakışıklı miniğim rutinsever bir beyefendi olarak yetişmek istiyordur...Doğduğundan beri pek bir sistemliyiz de... Saate değil günlük olay sıralarımıza bağlı gidiyoruz.
1 yaşına bastığı bu son günlerde artık daha sosyal konular gündemimizi dolduruyor.
Sabah kahvaltısının ardından sabah yürüyüşü... Aman efendim, apartmanın önündeki resmi kadrolu kedilerimizle başlıyoruz önce.
Şeref günaydın,
Semizotu günaydın,
Hanım günaydın,
Arap günaydın,
Çeto günaydın,
Kızçe günaydın...Biz de pisi pisi deyip miyavlayarak iletişime geçemeye çalışıyoruz:)
Sonra veteriner kliniğindeki köpekler ziyaret ediliyor:
Tarçın günaydın,
Hera günaydın...
Kargalarla söyleşiliyor, sesleri taklit ediliyor.
Kumrulara ekmek bırakılıyor.Gu-guuuk, gu-guuuk diyerek yine taklit yapılmaya çalışınıyor :)))
Bütün komşulara ayrı ayrı tek tek gülümseniyor, el sallanıyor.Yoldan geçen belediye çalışanlarına kolay gelsin deniyor.
Cam kumbarasına cam şişeler atılıyor.
Eller siliniyor, parka yürünüyor...
Pestili çıkmış bir anneyle eve dönülüyor, hahahahah :))))
Öğleden sonra komşumuz minik Ayşe ile oyun oynama seansı başlıyor. En komiği de onları bebekçe konuşurken sessiz sessiz dinlemek.
-Ata:Abababaaa
-Ayşe:Aeeee Ah!Ah!
-Ata:Buda buda buda dedede!
-Ayşe:Bu dededede...,
O sırada dede gelir :)))
Market alıverişi, esnafla merhabalaşma,komşu ziyaretleri, akşam babannemizde 5 çayları, parkta yeni arkadaşlar edinmeyle beraber epey etkileşimli bir gün geçirilerek, akşama doğru son saklambaç ve elim sende oyunları oynanarak güne veda ediliyor.
Eee, daha ne olsun :)
Bence hayvanlara ağırlık vermemiz çok iyi oluyor, çünkü onun sevgisi,ilgisini görmek, şefkat ve merhamet sahibi biri olarak yetişmesini sağlamak çok önemli. Ben herkese tavsiye ediyorum.
Bu arada eve hayvan almak istiyorum ama biraz zor gibi sanki? Hayvanla yaşayanlarınız varsa tavsiyelerinizi merak ediyorum.
Sevgiler
Aylin
Etiketler:
Ata,
duygusal gelişim,
güzel bir gün,
sosyal gelişim
5 Eylül 2010 Pazar
Tweet
Anne ve babalar, eğitimciler, çocukları seven herkesin özellikle dikkatini çekmek istediğim bir konu var ''zihinsel istismar''. Farkında olmadan hepimizin maruz kaldığı ve bir şekilde istismar uyguladığı bir durumdur. Yaşanılan travmalar psikologlar ve uzmanlar tarafından incelendiğinde görülüyor ki aslında hepimizin birbirine uyguladığı bir şiddet biçiminin adı zihinsel istismar. Kesiklerin, darpların izleri hemen görülür ve tedavi edilebilir ama zihinsel istismarın izlerini bulmak, ortaya çıkarmak, tedavi etmek çok zordur.
Peki nedir bu zihinsel istismar? Biz hangi davranışlarımızla, sözlerimizle özellikle çocuklarımızı zorluyoruz?
Tehditler Savuruyoruz!
Eğer bunu bir daha yaparsan seni sevmeyeceğim” cümlesi buna en güzel örnektir. özellikle gelişim çağının ilk evrelerinde olan çocuklara söylediğinde etkisi ömür boyu karakterinden silinmeyecek izler bırakabilir. Siz de böyle bir tehditle karşılaştıysanız, o an neler hissettiniz, hatırlayınız. Bunula beraber ''seni uzağa bırakacağım'', ''bir daha hiç görüşmeyeceğiz'' gibi sözler savurduğumuz en yaygın tehditlere örnektir.
En çok beni sevsin istiyoruz.
En masumu da çocuklarımızı yetiştirip terbiye ederken ''beni herşeyden daha çok sev'' mesajını onlara yüklemeye çalışmaktır. Buna örnek olarak ''annemizi herşeyden çok sevmeliyiz'' mesajı olabilir. Anne sevgisini her konuda ve olayda vurgulamak, tehdit unsuru yapmak çocuklarda şiddetli korkulara, kaybetme duygularına neden olabilir. ''Evden gidip bir daha hiç gelmeyeceğim'' diyen bir anneyi o an için mazur görebiliriz, peki ya bu sözü duyan 5 yaşındaki çocuğunun dünyasındaki yol açacağı büyük sarsıntıyı nasıl engelleyeceğiz? Bu tehditlerin ileride özellikle duygusal ilişkilerinde onu nasıl zorlayacağını bir yetişkin olarak düşünmek zorundayız.
Dövmekle tehdit ediyoruz.
Fiziksel şiddet tehditleri, özellikle topluluk içinde böyle bir tehditle çocuklara yaklaşmak derinden etkilenmelerine neden olabilir. Sosyal ortamlarda çekingen, özgüveni düşük olarak yetişmelerine neden olabilir.
Sözlerle yaralıyoruz.
Aynı zamanda iletişim kurarken seçtiğimiz sözcükler, ses tonumuz, beden dilimiz farketmediğimiz kadar yaralayıcı olabilir. özellikle sözlü kınamalarımızda aşırılığa kaçmak travmalara sebep olabilir. Bir çocuğu sürekli “ işe yaramaz”, ” kötü” ilan etmek kendini kötü hissetmesine ve öyle olduğuna inanmasına yol açabilir.Böyle bir durumla karşılaşmayı hangi yetişkin kabul edebilir, öyle değil mi? Bir çocuğa sürekli olarak ”haylaz” olduğunu söylemek kişilik alt yapısının olumsuz bir zemine kaymasına neden olabilir. Bunun istenmeyen davranışların tekrar edilmemesi gerektiği anlatılırsa travmatik durumların yaşanılmasını engeller. Sürekli yaramazlığını vurgulamaz olumsuz pekiştireç görevini görür, istenmeyen davranışlar devam eder. Aynı zamanda çocuğun ruh dünyası sarsılarak sağlığını yütürebilir.
Kıyaslıyoruz.
özellikle okul başarısında çok sık rastlanılan bir durum olarak kıyaslama çocukların en çok tepki verdikleri durumlardan birisidir. “Arkadaşın Selin tam puan almış, sen alamamışsın” diyerek kıyaslamaya başlıyoruz. Genelde örnek göstermek, çocuğun önüne hedef koyarak aşmasını sağlamak için yaparız. Ama bu karşı taraf için acı veren bir durum olabilir. özellikle bu kıyaslamayı kardeşler arasında yapmak daha kaçınılması gereken bir durumdur. Anne ve babaların bir çocuğunu diğerine göre daha çok sevdiğine çoğumuz şahit olmuşuzdur. Daha az ilgi gören çocuğun içinde yaşadığı sevilmeme durumu ileride kendisini “ kurban” olarak hissetmesine olumsuz zemin hazırlayacaktır. Sağlıklı olmayan ilişkiler geliştirmesine, yanlış arkadaş seçimine, mutsuz evliliklere, özgüvenden yoksun bir iş yaşamına neden olabilir. çocukluk çağında yaşanan küçük travmalar yetişkin olunca özellikle büyük mutsuzluklara dönüşebiliyor. Bu nedenle çocuklarımızı eğitirken “ ben olsam ne düşünürdüm” diye düşünmeyi elden bırakmamız çok önemli. Nihayetinde kendimize yapılmasını istemediğimiz bir şeyi özellikle çocuklara yapmaya anne-babalar ve eğitimciler olarak bizlerin hakkı olmadığını düşünüyorum. İç iletişimimizi ve çocuklarla olan iletişimizi sağlıklı olarak güçlendirmek için kaynaklara ve uzmanlara danışmayı tavsiye ediyorum.
Sağduyulu, bol empatili, huzur ve sevgi dolu günler dilerim.
Aylin Atasagun
Zihinsel istismar
Anne ve babalar, eğitimciler, çocukları seven herkesin özellikle dikkatini çekmek istediğim bir konu var ''zihinsel istismar''. Farkında olmadan hepimizin maruz kaldığı ve bir şekilde istismar uyguladığı bir durumdur. Yaşanılan travmalar psikologlar ve uzmanlar tarafından incelendiğinde görülüyor ki aslında hepimizin birbirine uyguladığı bir şiddet biçiminin adı zihinsel istismar. Kesiklerin, darpların izleri hemen görülür ve tedavi edilebilir ama zihinsel istismarın izlerini bulmak, ortaya çıkarmak, tedavi etmek çok zordur.
Peki nedir bu zihinsel istismar? Biz hangi davranışlarımızla, sözlerimizle özellikle çocuklarımızı zorluyoruz?
Tehditler Savuruyoruz!
Eğer bunu bir daha yaparsan seni sevmeyeceğim” cümlesi buna en güzel örnektir. özellikle gelişim çağının ilk evrelerinde olan çocuklara söylediğinde etkisi ömür boyu karakterinden silinmeyecek izler bırakabilir. Siz de böyle bir tehditle karşılaştıysanız, o an neler hissettiniz, hatırlayınız. Bunula beraber ''seni uzağa bırakacağım'', ''bir daha hiç görüşmeyeceğiz'' gibi sözler savurduğumuz en yaygın tehditlere örnektir.
En çok beni sevsin istiyoruz.
En masumu da çocuklarımızı yetiştirip terbiye ederken ''beni herşeyden daha çok sev'' mesajını onlara yüklemeye çalışmaktır. Buna örnek olarak ''annemizi herşeyden çok sevmeliyiz'' mesajı olabilir. Anne sevgisini her konuda ve olayda vurgulamak, tehdit unsuru yapmak çocuklarda şiddetli korkulara, kaybetme duygularına neden olabilir. ''Evden gidip bir daha hiç gelmeyeceğim'' diyen bir anneyi o an için mazur görebiliriz, peki ya bu sözü duyan 5 yaşındaki çocuğunun dünyasındaki yol açacağı büyük sarsıntıyı nasıl engelleyeceğiz? Bu tehditlerin ileride özellikle duygusal ilişkilerinde onu nasıl zorlayacağını bir yetişkin olarak düşünmek zorundayız.
Dövmekle tehdit ediyoruz.
Fiziksel şiddet tehditleri, özellikle topluluk içinde böyle bir tehditle çocuklara yaklaşmak derinden etkilenmelerine neden olabilir. Sosyal ortamlarda çekingen, özgüveni düşük olarak yetişmelerine neden olabilir.
Sözlerle yaralıyoruz.
Aynı zamanda iletişim kurarken seçtiğimiz sözcükler, ses tonumuz, beden dilimiz farketmediğimiz kadar yaralayıcı olabilir. özellikle sözlü kınamalarımızda aşırılığa kaçmak travmalara sebep olabilir. Bir çocuğu sürekli “ işe yaramaz”, ” kötü” ilan etmek kendini kötü hissetmesine ve öyle olduğuna inanmasına yol açabilir.Böyle bir durumla karşılaşmayı hangi yetişkin kabul edebilir, öyle değil mi? Bir çocuğa sürekli olarak ”haylaz” olduğunu söylemek kişilik alt yapısının olumsuz bir zemine kaymasına neden olabilir. Bunun istenmeyen davranışların tekrar edilmemesi gerektiği anlatılırsa travmatik durumların yaşanılmasını engeller. Sürekli yaramazlığını vurgulamaz olumsuz pekiştireç görevini görür, istenmeyen davranışlar devam eder. Aynı zamanda çocuğun ruh dünyası sarsılarak sağlığını yütürebilir.
Kıyaslıyoruz.
özellikle okul başarısında çok sık rastlanılan bir durum olarak kıyaslama çocukların en çok tepki verdikleri durumlardan birisidir. “Arkadaşın Selin tam puan almış, sen alamamışsın” diyerek kıyaslamaya başlıyoruz. Genelde örnek göstermek, çocuğun önüne hedef koyarak aşmasını sağlamak için yaparız. Ama bu karşı taraf için acı veren bir durum olabilir. özellikle bu kıyaslamayı kardeşler arasında yapmak daha kaçınılması gereken bir durumdur. Anne ve babaların bir çocuğunu diğerine göre daha çok sevdiğine çoğumuz şahit olmuşuzdur. Daha az ilgi gören çocuğun içinde yaşadığı sevilmeme durumu ileride kendisini “ kurban” olarak hissetmesine olumsuz zemin hazırlayacaktır. Sağlıklı olmayan ilişkiler geliştirmesine, yanlış arkadaş seçimine, mutsuz evliliklere, özgüvenden yoksun bir iş yaşamına neden olabilir. çocukluk çağında yaşanan küçük travmalar yetişkin olunca özellikle büyük mutsuzluklara dönüşebiliyor. Bu nedenle çocuklarımızı eğitirken “ ben olsam ne düşünürdüm” diye düşünmeyi elden bırakmamız çok önemli. Nihayetinde kendimize yapılmasını istemediğimiz bir şeyi özellikle çocuklara yapmaya anne-babalar ve eğitimciler olarak bizlerin hakkı olmadığını düşünüyorum. İç iletişimimizi ve çocuklarla olan iletişimizi sağlıklı olarak güçlendirmek için kaynaklara ve uzmanlara danışmayı tavsiye ediyorum.
Sağduyulu, bol empatili, huzur ve sevgi dolu günler dilerim.
Aylin Atasagun
Etiketler:
çocuk gelişimi,
duygusal gelişim,
ebeveyn olmak,
eğitim,
sosyal gelişim,
zihinsel gelişim
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)