16 Mayıs 2011 Pazartesi

Terrible Two Şekerim

Ata' yı daha doğurmamıştım, "bak teribıl tuu diye bir şey var, aman ha, dikkat et" dediler. "O nedir öyle, aman yarabbi! Çok fena olmalı ki daha doğurmadan tembihliyorlar" diye tutuştuğumu hatırlıyorum. Biraz araştırınca 2 yaş yani anal dönem - bağımsızlık evresi sıkıntıları olduğunu gördüm.

Oysa benim doğum, emzirme, gaz, süt, , uyku, beslenme, kilo, bebek bakımı, pişik kremi, banyo ... gibi konularda rahatlamaya ihtiyacım vardı.:)

Uyku konusunda rastladığım en güzel yazılardan birine sevgili Aslı Tür' ün blogunda okumuştum. Oradaki bu şahane yazıyla anneliğim yeni bir rotaya ve plana oturmuştu.

Aslı Tür'e anneliğime ve Ata'ya olan katkılarından dolayı sonsuza dek teşekkür ediyorum.

Daha sonrasında ise Türkiye'deki doğal ebeveynlik öncülerinden Psikolog Nilüfer Devecigil'i izlemeye başaldım. Bir de şu sözü çok işime yaramıştı: Ebeveyn çocuğunu zeki diye algılarsa, çocuğun kendini tecrübesi de zeki olur. Ebeveyn çocuğu ile olmaktan keyif alırsa, o da kendi ile olmaktan keyif alır. Eğer ebeveyn ona ilgi gösterir, onla neşe duyar ve onu severse; çocukta kendini ilginç, neşe veren, ve sevilen biri olarak algılar. Onların kendilerini tanıma tecrübesi, bizim onlarla olan ilişkilerimizde saklı

Onca şeyin özeti şuydu: "bebek doğduğu andan itibaren bol bol kucaklanacak. Kucağa alıştırılacak. Bol bol emzirilecek. Bebeğe saygılı olunacak, işaretleri iyi okunacak, çocuk oluncaysa zıtlaşılmayacaktı."

Zaten böyle yapınca asabi bir karakter yerine uyumlu, sakin, ne istediğini bilen biri olarak temelini oluşturacaktı.

Netekim öyle de oldu.

Ata bir kucak bebeği. Annesi yorgan döşek hasta olana kadar emdi;19 ay. Annesiyle uyudu, sık sık kucaklandı, yeri geldi kucaktan inmedi, indirilmedi. "Uslu, sakin, akıllı, zeki, ne istediğini bilir benim oğlum" şeklinde bir algıyla yaklaştım. Bebeğimi kurallar yığınıyla yetiştirdiğimi sanıp içini daraltmak yerine sade ve derin bir ilişki kurmayı denedim.

Sanırım bazı şeyleri başardım, başardık.

Şimdi sevgili Deli Anne'ciğimin de yorumladığı gibi"teribıl tuu" zamanı aslında. Ve dediklerinde yerden göğe kadar haklı. Ata' yı inceleyince şunu söyleyebilirim: İki yaş krizleri geçirmemesinin, asabi olmamasının ve gerilmemesinin alt nedenleri işte yukarıda saydıklarım. Bir de Ata'ya yalan atıp,yanıt vermem gerektiğinde sallamadım hiç. Neyse konu kısa ve net cümlelerle anlattım. Gördü ki anne-baba onu ciddiye alıp sakin sakin konuşmayı deniyor, şimdilerde o da aynısını denemeye çalışıyor o küçücük kalbiyle.

Minik kuzum benim :)

Kızmıyor mu, evet. E ama haklı, kim kızmıyor ki? Arada olacak haliyle. Bu tür durumlarda Harvey Karp'ın notlarını sık sık gözden geçiriyorum. Şu fast food kuralı çok işe yarar birşey.

Hani arkadaşımıza derdimizi anlatıp anlatıp sonunda "amaaan takma kafana boşver" gibi laflar duyunca moralimiz bozulur,kendimizi hafife alınmış hissederiz ya... Hah! işte çocuklara bunu yapmamak lazım. Bu küçük hanımları ve beyleri hafife almamak lazım. Yaşı, ayı, günü ne olursa olsun. Anında anlayış anında empati şart üstüne şart. İşte bu yüzden fast food kuralı çok işe yarar bir durum.

Bir örnek:
"Ata servis kaşığıyla çorbasını içmek istiyor"(Anne bunu en az 10 kere tekrar eder). Deli gibi süren bu tekrarın ardından Ata gevşer bir şekilde kaşığı bırakır.

Ağlama anında her neye ağlıyorsa o isteğini sıkça tekrar edip anladığımı söylerken daha az yorulduğumuzu hissediyorum. Kucağıma alıp sırtını okşuyorum. Bır bır bır bır konuşup o gergin haliyle çocuğun kafasını şişirmiyorum. Susuyorum, ağlamasını dinliyorum. Uzun nutuklar, durumu açıklamaya çalışmalar filan pek yok hayatımızda.

Yani özetle: bana yapılmasını istemediğim şeyleri oğluma yapmıyor, yapılmasını istediğim, beklediğim şeyleri ise olabildiğince uygulamaya çalışıyorum.

Hatalarım yok mu?

Dolu...

Ama,ancak ben ne istediğimi ve Ata' nın ne istediğini iyi biliyorum.

Gerisi teferruat :)

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Sonunda...

Uzun zamandır yazamadım. Uzun zaman dediğim bir hafta aslında ama bir blog yazarı için uzun bir süre. Cumartesi, pazar günleri gezmekten, pazartesi, salı günleri ise çalışmaktan ve yorgunluktan dolayı yazamadım.

Cumartesi günü öğleden sonra biten işlerimizin ardından Bağdat Caddesi'nde gezmeye başladık oğlumla. Eski ve yeni ne kadar dostumuz arkadaşımız varsa hepsiyle karşılaştık. Acayip mutlu oldum haliyle.

Bir ara uyudu, uyanınca Gratis'e uğradık Mendil ıvır zıvır alıp çıkıyorken, Ata kasadaki süslü kutulardan birini çekti ve bırakmadı. Kuğu şeklinde bir şeydi, öderken, içinde ne var diye sormak aklıma geldi nihayet. Kasiyer kız kolye var deyince kalbime acayip tatlı bir sıcaklık yayıldı. Kollarımdaki güzel yavrum bir şekilde bana bir hediye seçti düye düşündüm içimden. Eh, anne olunca böyle düşünülüyor belki de... Bahçeye çıktım, alıp boynuma taktım. Ata'cığımı kocaman öpüp sıkı sıkı sarıldım.

O gün bugündür kolye boynumda ve çıkarmayı hiç mi hiç düşünmüyorum.

Anneler gününde o minik elleriyle verdiği çiçekler, saçlarımı okşayışı ve güzel gözleri en unutulmaz şeylerdi benim için. Anneler gününde İstanbul Yoga Merkezi'nce düzenlenen bebek masajı eğitimine katıldım. Eğitimi Küba asıllı Amnerikalı masaj terapisti Maite Carrera verdi ve tüm ayrıntılar burada. Eğitime katılan en büyük bebek olan Ata çabucak sıkıldı ve poposunda bezi ile salondan kaçtı. Biz de kendimizi sokaklara attık mecburen. Sokaklarda çılgınlar gibi gezerken bir de farkettim ki oğlumun bir ayakkabısı YOK. Anında tornistan yapıp ters istikamette ilerlemeye başladım. Yaklaşık 1 kilometre geride bir ağacın kenarında bulunca sevinçten zıp zıp zıplamay başladım. Ama ne yapayım, o ayakkabılar dayısıyla yengesinin hediyesiydi.

Bu arada biz ana oğul haftasonunu geçirirken Çağatay Arkabahçe grubunun Dönsen isimli şarkısına arkadaşı Burak Kıyıcı ile klip çekti. Yorumlarınızı klip dönmeye başlayınca ayrıca isteyeceğim.

Bir de önümüzdeki hafta için size çok güzel iki süpriz / haberim olacak. Umarım beğenirsiniz.

Not: konulara ait fotoğrafları yükledikçe ilerleyen postlarda paylaşacağım.

;)

6 Mayıs 2011 Cuma

Yeniden canlanıyorum

Ata 3 gün sonra 20 aylık olacak.

Dün sabah beni "anneeeeeeeeee" diye uyandırınca, birden bütün gece uyanmadığını ve hepimizin deliksiz uyuduğunu farkettim. Aman allahım ben 20 ay sonra geceden sabaha kadar deliksiz uyudum. Olamaz, olamaz. Aman allahım, diyerek kalktım yataktan. Ata' yı kucakladım, yanıma aldım. Sonra sabah kıkırdaşmalarımızı yaptık vesaire.

Mutfağa geçip omletini hazırlamaya başladığımda kafamda yine aynı şey vardı; vay be, bütün gece uyudu,uyudum, uyuduk. Ata oyuncaklarını salona taşıyıp evi dağıtma mesaisine başlarken ben de meyve suyunu ve omletini hazırladım bir yandan.

Geçen sene öyle miydi ya?

Mutfakta 2 dakikada yemek hazırlama becerisi geliştirmeye çalıştım ilk aylar. Ağladı mı? Döndü mü? Ağzına bir şey mi attı? Nerede? Sesi çıkmıyor, dur bir bakayım... Ne yemek yaptığımı anlardım ne de Ata yalnız kaldığını anlardı. Zaten % 90 slingle üzerime bağlayıp öyle karıştırdım çorbaları... Küçük yamak adını takmıştım kendisine. Şimdilerde çok güzel çorba karıştırıyor mesela. Ata' ya beceri edindirdik "yokluk" sayesinde :)))

Bundan bir kaç ay öncesine kadar çekilen fotoğrafların yaklaşık tamamında taş devri mağara kadınları gibiyim. Taran(a)mamış yada kötü bir şekilde toplanmış saçlar, belirgin göz altı torbaları, solgun bir yüz, tenime neredeyse yapışmak üzere olan pijamalarım, berbat renk uyumu ve yorgun, gülümsemeye mecali kalmamış bir yüz ifadesi.

Baktıkça ağlamak geliyor içimden.

Ailem İzmir'de yaşıyor, ben ise İstanbul'dayım. Ata' yı doğururken kimseye "bakar mısın" demedim. Anneme bile... Biliyordum çok zor olacağını, yalnız kalacağımı, destek ekibin olmayacağını... biliyordum. Güya hazırlıklıydım ama kazın ayağı öyle değilmiş. Lohusalık diye bir şey varmış ve o lohusalık kalabalıkla hafiflermiş. Bunu çok net tecrübe ettim.

Kolik bir bebekle sabahtan akşama kadar oda oda dolaşıp, sakinleştiremediğim için salya sümük pencere önlerinde ağladığımı bilirim. Karşı apartmana bakıp bakıp, "keşke şurada tanıdık biri otursaydı" diye iç geçirdiğimi de... Hani oğlumu alıp gitsem 2 dakika dünyam değişecek ama yok.

Kimse yoktu etrafımda. Kimse..! Ve çok zordu.

Oğlum 9 aylık olana kadar neredeyse bu böyle sürdü. Sonunda "yaz geldi, ben var İzmir'e gitmek kocacım" deyip memleketime gittim. Oradaki onlarca akrabamın Ata' yı gezdirmek, onunla oynamak, sevmek ve zaman geçirmek için deli olduğunu biliyordum. Kendimi de düşündüm. Dedesi, annannesi onunla oynarken ben de 1 saat kestirebilecek, adam gibi kahvaltı yapabilecek, biraz nefes alabilecektim.

Öyle de oldu.

Kahvaltıdan üzerine şekerleme yapmanın keyfini asla unutmayacağım.

Ayrıca ev temizliği, ütü, yemek gibi dertlerin hepsini rafa kaldırınca ayağımı uzatıp dergi okumanın, kahve içip laflamanın tadını yeniden hatırladım. Ağlayınca, sıkılınca, oyun isteyince, acıkınca, yıkamak gerektiğinde tek başıma değildim. Annanne, dede, dayı, yenge, kuzenler, büyük halalar, enişteler, büyük büyük annelerden oluşan bir kalabalık destekçim vardı.

Anneliğimin 1. yılının son aylarını bu şekilde geçirince sıyırmaya ramak kala toparlamaya başladım.

İstanbul' a döndüğümde artık yavaş yavaş yürüyen, derdini anlatmaya çalışan, daha çok oyun oynayan bir çocuk vardı yanımda.

Yakın dostum Ayşegül' ün oğlu Ata' dan 6 ay büyük. Bana 6 yıl büyükmüş gibi geliyor aslında. Ata doğduğunda o oturuyordu. Ata diş çıkardığında o konuşuyordu. Ata yürüdüğünde o koşuyordu. Bu farkı gördükçe Ata yı öyle hayal edemiyordum. Bundan bir kaç ay önce şöyle demişti bana:

"1.5 yaş güzelim, işte beklemen gereken zaman bu. 18 aylık olduktan sonra kendi kendine oynayan, bir şekilde ne istediğni ifade edebilen, daha olgun bir bebek olacak karşında, sık dişini."

Hakikaten öyleymiş.

Gece uyuyan, kendini yarım yamalak da olsa ifade etmeye çalışan, yemeğini tek başına yemek isteyen, annesinin mutfağını darmadağın eden, evde ne kadar ayakkabı varsa hepsini salonun ortasında giymeyi seven , arabalarıyla uzuuuun uzun oynayan, çoğu zaman kendine yetmeye çalışan bir çocuk var karşımda.

Tabi 3.5 dakikada bir "annneeeeeeeeee" diyerek koşarak bacağıma sarılamalarını, beni tuvalette dahi yalnız bırakmak istememesini, iş yaparken kucak istemesini, elimden tutup var gücüyle çekerek "yego"larının başına oturtmasını saymazsak :)

Çalışmaya başlayınca ev, yemek, Ata, ütü, ... dertlerinden epey sıyrıldım. Para kazanmaya başlayınca vitrinleri daha iyi inceler oldum. İş öncesi yada okul çıkışı föne, maniküre daha sık zaman ayırır oldum. Projelerimi yazıp uygulamaya vakit buldukça, biraz rimel hafif allık sürünce, Ata'yı salona bırakıp mutfakta daralmadan, bayılmadan birşeyler pişirdikçe, akşam olduğunda moda dergilerini karıştırdıkça yeniden canlandığımı hissediyorum. Saçımla başımla, dolabımla, çorabımla, rujumla ilgilenebildikçe gevşediğimi hissediyorum.

Belime kadar olan saçlarımı omuzlarımda kestirdim, pişman değilim, bilakis :)))

Zor bir dönem geride kaldı.


Acaba ben bu rahata çok fazla alışmasam mı? Ne yapsam?


Bunu da düşünmeden edemiyorum, iyi mi?

5 Mayıs 2011 Perşembe

Çekiliş sonucu belli oldu

Anneler günü için Pam Leo' nun Çocuklarla El Ele Ebeveynlik kitabınını hediye edeceğimi duyurmuştum biliyorsunuz.

Dün akşam sevgilim Ata' nın minik elleriyle yaptığı çekilişin sonuçlarına göre kazanan anne: Doruk' un annesi Özlem :)

Kitabı güle güle okumanız dileğiyle Özlemcim.

İşte video, işte gönlü zengin eli bol çocuk Ata :)

Teşekkür ederim oğlum

Günlerdir ayaklarım yere basmıyor desem... Düşündükçe, hatırladıkça mutluluk fışkırıyor benden.

Salı günü kuaföre gidip saçımı yenilemiştim. Boyuyla, rengiyle... Belime kadardılar ancak uzun süren yatak istirahati sırasında "artık fazlalık" gözüyle bakmaya başladım. İlk fırsatta da gidip kestirdim bir güzel.

Eve geldiğimde Ata bunu hemen farketti. A-aaaa, diye hayretlerini bildirdi hatta. Yüzündeki mutluluk ifadesi artıyor gibiydi ki; akşama doğru şakalaşırken birden boynuma sıkı sıkı sarılmaya başladı. Ardından öpücükler geldi :) Ben ise ne olduğunu anlamaya çalışırken kendimi mutluluktan uçarken buldum. Tesadüf bu ya, o sırada elimde telefon vardı ve fotoğraflarımızı çekmeye çalışıyordum. Tarihe yamuk yumuk ve de eğri bulanık geçecek bu mutluluk karelerine baktıkça, hatırladıkça ayaklarım yerden kesiliyor.

O küçücük kalpteki sevgiyi, o minik ellerdeki şefkati, Ata' nın içindeki anne sevgisini hiç bıu kadar net hissetmemiştim. Aman allahım, muhteşem bir duyguymuş. Sonsuza kadar unutmayacağım. İçime nakış gibi işledi hepsi.

Oysa ben meme vermediğim için bana kızgın olduğunu, üzgün olduğunu düşünüyordum Ata' nın. Gidip not defterimize şunları yazdım;

"Meğer sen ne kadar affedici, ne kadar derin duyguları olan, yüreği sıcacık bir küçük adammışsın, canım yavrum. Belki de ben senden daha fazla üzüldüm meme veremediğime, bilemiyorum ama artık bunun hiçbir önemi kalmadı. Çünkü sen bana sarıldın, sevdin, öptün güzel bebeğim."

Seni yeni yeni tanımaya başlıyorum galiba...

Şimdiye kadar aldığım en güzel hediye sendin ve yine en güzel hediyeyi sen verdin.

Teşekkür ederim oğlum, çok teşekkür ederim."

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Yeni kitaplarımız

Bundan yaklaşık 5 yıl önce Sabah gazetesinin Kültür Sanat ekinde çocuk kitapları editörlüğü yapmıştım. Haftalık olarak kitap önerileri ve anne babalara temel bir takım bilgiler yazıyordum. Öyle keyifli öyle tatlı bir işti ki benim için... Çocuk kitabı okumak ve önermek hem çok keyifli hem de çok ciddi bir iş bana kalırsa. Öyle ki seçilen kitaplarla çocuğa renkli bir dünya armağan etmek harika bir şey.

Anne olduktan sonra ve Ata bebeklikten çıkıp çocuk olmaya başladıkça daha da ciddiyetle eğilmeye başladım.

Ata'ya kitap alırken dikkat ettiğim şeyler:

- Kağıdı suya, tükürüğe, ısırılmaya, koparılmaya dayanıklı olmalı.

- Beyaz fonda renkli çizimler olmalı.

- Çizimler ve altında yer alan metin birbiriyle uyumlu olmalı.

- Şiddet öğesi içermemeli.

- Bu aralar kepçe, kamyon, dozer, vinç, çöp kamyonu gibi nesnelere çok düşkün olduğu için bu tür kitaplar seçiyorum. Bir de bizim oğlan kedi delisi. Kedilerle ilgili öykülerin olduğu kitaplar seçerek onu mutlu etmeye çalışıyorum.

İşte son dönemde aldığımız kitaplarımız:

Arkadaşım Kedi

Arkadaşım Köpek

Yapıştır, tamamla, boya

Hareketli inşaat

Akıllı bebeklerin oynadığı 365 oyun

Kiparları ilkkitaplarim.com dan sipariş ettim. Sitenin içeriği, tasarımı ve dizini öyle sadeki yorulmadan iki dakikada alacaklarımı seçip çıktım. Oh be! :)

3 Mayıs 2011 Salı

Yemeyen çocuğa yedirmenin 14 kuralı

Yemek yemek herkese eziyetse...

Yemeyen çocuğuma nasıl yedirebilirim?

Yemek yemiyor, ne yapabilirim?

İştahsız, ne yapsak?

Yemeği sevmesi için parkta mı doyurayım?

Yemiyor, çok endişeliyim...

Bunun gibi pek çok soru ve cümle sıralayabilirim. Her annenin çocuğuyla ilgili olarak en az bir kez yaşadığı bir yememe döneminde bu soru ve cümleler kullanıliyor anlaşılan. Geçen günkü postta Ata' nın neler yediğini yazmıştım. Sevgili Tijen peki "yemeyen veletlere ne yapacağız" diye sormuş. Ben de bu soruyu seve seve yanıtlamak istedim. Çünkü aylarca yemek yedirmek için çabalamış, artık en sonunda stresten sırtında yaralar çıkarmış bir anne olarak belki bir yardımım dokunur diye düşünüyorum. Ata 6.ayında diş çıkarmaya başladı ve bu dönemde katı gıdalarla tanıştık. İkisi çakışınca oldukça zorlu bir yememe süreci başladı.

O dönem yaptıklarımı ve yazdıklarımı inceleyince durumu şöyle özetleyebilirim.

Nasıl davranmalı?
1. Peşinden kaşıkla koşturmadım. İyi de oldu, poposunun üstüne oturup masada yeneceğini bir şekilde öğrendi sonunda.

2.İki çeşit yemek hazırlıyorum mutlaka. Mesela pilav + balık. Çok sevdiği pilavı bayılarak yemeye çalışırken balığı ağzına ağzına depiyorum. Böylelikle herkes için adil bir beslenme olmuş oluyor.

3.Masaya kendi çatalını / kaşığını götürmesini istiyorum Ata' dan. Son zamanlarda daha çok severek yapar oldu. Yemeğe motive ediyor sanıyorum.

4. Askeli lise mantığıyla hareket edip yemek saatlerinin hergün aynı olmasına dikkat ettim en başından beri. Bazen de atladığımız yada geciktiği oldu tabi. Ama dikkat etmeye başlayınca aynı saatlerde acıktı ve yemeye başladı.

5. Masada ve oturarak yemek yemek konusunda ısrarlı davranmak çocuğu yemek ve sofra kültürüne yaklaştıracaktır. Ayakta gezerken doyurmaya çalışmak yemeği hafife almasını sağlayabilir diye düşündüm, uzak durdum.

6. Yemek yediği için ödül vermedim şimdiye kadar.. Dün parkta bir anne yemeğini yiyen oğluna ödül olarak kocaman bir çikolata verdi.Yani aslında o anne çocuğuna şu mesajı verdi istemeden: "ödül olarak vediğim abur cubur yaptığım yemeklerden daha değerlidir". Sakın, sakın, sakın!

7. Yememek için direndiği zamanlarda çok süslü yemek tabakları hazırlayıp bütün dikkatini yemeğe çekmeye çalışıyorum.

8. Sofrada birlikte yiyoruz. Ata yemese de biz yemeye devam ederiz. O da yemeğimizin bitmesini bekler. İşte bu çok önemli bence. Beklemeyi bilmek...

9. Bol bol konuşarak, sesimi alçaltıp yükselterek. Bütün ilgimi Ata'ya verip onunla sohbet ederek yemesini sağlamaya çalışıyorum. Bir dönem evde ne kadar büyük varsa toplanıp Ata yesin diye cümbüş yapıyorlardı. ( Ben okuldayken yemek yedirmek için başlamıştı bu furya.) Tesbih sallayıp helikopter taklidi yapan büyükanneler, televizyon açıp "aa, bak ne varmış" deyip ağzını açmasını sağlayan baba modelleri, def çalıp şarkı söyleyen insanlar... Hatırladıkça ruhum daralıyor. Bir gün annem (emekli sınıf öğretmeni, dikkatinizi çekerim) geldi ve bu hengame bitti :) Tam ekip hazırlanıp sahne alıyordu ki annemin şu cümlesi birden herkesi durdurdu ve susturdu: "Ata' nın yemeğe konsantre olması lazım, bu şekilde yemek yemeyi öğrenemez". Tsssssssssssssss, sessizlik ve ardından kaşığı eline alıp incelemeye başlayan ve annannesine hiç itiraz etmeyen bir Ata... İşte o günden beri ekip paydos ettiği için, genelde yemeğe konsantre benim oğlum ;)

10. Bir ara biskuvilere dadandı, artık almıyorum ve abur cubur vermiyoruz. Sadece dişini kaşımak isterse havuç, salatalık, uzun grisinilerden arada sırada veriyorum.

11. Herzaman ama herzaman kendi kendine yemesine izin verdim. Altına bir bez yayarak üstünün başının batmasına göz yumarak yemeği kaşığa daldırmasını zevkle izledim çoğu kez. Hele ki, ilkinde ağzını bulup yuttuğunda çok mutlu olmuştu. İkimiz de anladık ki bu başarmanın ta kendisi ve başarı hazzını zedelemek istemedim, çok çamaşır çıkıyor diye :)

12. Değişik tarifleri denemek iyi bir motivasyon kaynağı anlaşılan. Değişik çorbalar, sebze yemekleri denemek mantıklı olabilir. Ata sayesinde çok değişik ve pratik yemek öğrendiğim için ayrıca mutluyum :)

13. Süt içmek istemezse yoğurt ve peynir takviyesini sıklaştırdım. Sütü sevmek zorudna değil. Ayrıca bir yaprak marulda bir bardak sütten daha fazla kalsiyum var ;)

14. Yemekten önce, yemek sırasında çok fazla su içmesine izin vermedim ki iştahı kesilmesin. Yemekten biraz sonra istediği kadar içebilir sevgili oğlum.

Umarım bu anti-bilimsel liste işinize yarar :) Anne stres yapmazsa çocuk daha rahat yer şeklindeki cümleyi de eklersek sanırım fena olmaz. Ve umarım bu liste işinize yarar .



Sevgiler

Bir haller oldu benim oğluma

Neredeyse bir ay oluyor hasta olup yataklara düşeli. O gün bugündür yatak istirahatiyle geçiyor zaman. Ancak bugün ilk defa kalkıp yemek yaptım, mutlu oldum kendi kendime. Oh be! Nerede hareket orada bereket dedim içimden. Zaten perşembe günü işe başlıyorum. Artık hiçbirşeyiciğim kalmaz benim! ;)

Ancak ilk günden bu yana geçen zaman diliminde hasta olmama değil, Ata' nın bundan çok etkilenmesine üzüldüm ben. İlk günler kendimi bilmez halde yatarken "anneeee!kalk!" diyor, ayağıma terliklerimi giydirmeye çalışıyordu. Annesinin sürekli yatması, konuşmaması çok sıkıcıydı, belli.

Daha iyi olduğum zamanlarda yanıma gelip oyun oynamak istedi. Elimden geldiğince ilgilendim ama O'na göre yine garipti. Niye kalkmıyordu ki bu anne yataktan???

Evde mızır mızır mızırdanan bir çocuk olmuş ,sürekli tv istemeye başalmıştı.

En kötüsü memeden kesilmişti.

İlk hafta artık fiziksel olarak anne dğilim ama Ata' nın kendi kendine uyumasından gurur duyuyorum demiştim. Erken konuşmuşum, boşuna sevinmişim.

Ata kendi kendine filan uyumuyor işte!

Bir o yana bir bu yana kendini savurarak yatağın içinde sersem sersem geziyor. Sonra sarılıyoruz, uyumamamak için sürekli bir şeylerden bahsediyor. Sohbetimiz sırasında fısıltıyla konuşup, gevşemesi için masaj yapıyorum paşazadeye. Efendim eğer lüzum görürlerse ve beğenirlerse yavaş yavaş dalıyorlar uykuya. Yoksa 1 saat debeleniyoruz.

Bütün bunların tek sebebi var bence, memeden kestiğim için bana çok kırgın Ata. Hatta kızgın. Eskiden meme isterdi, sinirini stresini meme istemekle atardı. Artık biliyor ki meme de yok. Ümidi kestiği için meme demiyor haliyle. Ama kızgın işte. Keyifli bir uykuya dalış biçimiydi memeyle uyumak. Ben bu keyfini, bu çok güzel şeyi onun elinden aldım. İstediğim kadar öpüp koklayayım, meme vermiyorum ki ona!!! Bu nedenle kızgın bence ve bir şekilde bu öfkeyi yaşamak istiyor.

Nereden mi biliyorum?

Az önce Ayşe Hanım geldi, yemek yedik, uykusu geldi bizimkinin. Uyutmadan önce, elimi yıkayıp lavabodan çıkana kadar, gidip yatağına yatmış. Ayşe hanım hadi Ata'cığım kapat gözlerini uyu bir tanem, demiş, sırtını sıvazlamış. 1 dakika geçmeden uyumuş benim oğlum.

Off, ne diyeceğimi bilemiyorum.

Hadi bakalım, dön gül dön ağla Aylin Anne...

Not:Bu kadın kendine imaj yapmak için evden çıkar. Bakalım hangi kılıkta geri dönecek.

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Mamamiyyom!

Blogumda yenilikler var heyyo, heyyo, diye bir post yazdıktan sonra sevgili Ülkü iyi hoş güzel amma "Ata ne yiyor sen onu anlat" demiş :)

E, haklı bir anne olarak. Beslenme bizim için dünyanın en önemli konusu... Uyku da aynı şekilde ama beslenme derdimiz var bizim :)))Yorumu okudum ama günün telaşından kaynaklanan bir koşturmacadan dolayı yanıt yazamadım. Ancak gün boyu Ata paşasının en başından beri ne yediğini düşündüm durum.

Sıradan gideyim:

2.aylık olduğu zamandan beri ekmeği yemeğin suyuna banarak tattırdım kendisine... Dilini değdirdim. İleride işe yarayacağından habersizdim :)

4.5 aylıktı, gece saat başı uyanıyordu. Doktorumuz Ayça Hanım'a durumu bildirdim. Getir tartalım dedi. Anladık ki sınırın altına gidiyoruz, ek gıdalara geçtik. Sabah elma püresi, akşam muhallebi. (kendim hazırladım, çok sıkışırsam hazır gıda tercih ettim)

6. aydan itibaren; Sabah, çeyrek yumurta sarısıyla başlaydık (her hafta bir çeyrek arttırdık ve sonunda bir yumurta sarısı oldu), bir tatlı kaşığı pekmez, bir kibrit kutusu tuzu alınmış peynir, bir bardak ıhlamur (devam sütü vb vermedim) Kuşluk vakti, elma veya armut püresi, öğlen sebze çorbası, (bir patates, bir havuç, bir tatlı kaşığı pirinç, bir çay kaşığı irmik, azıcık zeytin yağı... İlk haftanın ardından bu ana menüye hergün bir sebze ekledim. Brokoli, ıspanak vb.) Yedi mi, yedi valla! İkindi, yoğurt veya ev muhallebisi, Akşam, uyumadan önce yine çorba. Gece uyanırsa anne sütü ;)

Paşazadem bir kaşık reklamında oynamıştı, sanki çok iştahlı bir bebekmiş gibi :)))

9. ayda balığa geçtik. (Marmara'dan çıkan balığı yedirmedim ne yazık ki) Yoğun ağır metal birikimi minik bebekler için pek faydalı değil, biliyorsunuz. Marketlerde satılan İglo Fish Finger veriyorum.

10. ayda doktorumuz bize "sofra adabını öğretin" dedi. Örneğin, çorba, arkasından ne gelecek, ana yemek... gibi. Bu şekilde bir diziliş yaparsanız öğle ve akşam öğünlerinde safra kültürünü erken kavrar ve rahat edersiniz dedi. Biz de dinledik, öyle yaptık. Mesela bezelye yanına pilav hazırladık ve yedirdik. Yine ben bu aydan itibaren kendi kendine yemesine izin verdim. Çok faydasını gördüm, çok tavsiye ederim. O kendi kaşığı ile oyalanırken arada ben de kocamin bir kaşıkla takviye yaptım çoğu kez ;)

12. aydan beri biz ne yersek onu yiyor. Hatta öyle ki; geçen aylarda "mamamiyyom, mammiyyom" diyordu. Önceleri İtalyanca konuşuyor deyip kıkırdadık. Meğer yavrum; mamamı yiyorum demeye çalışıyormuş, biz anlamamışız. Pes! Ne biçim anne-babayız anlamadım gitti.

Neyse, bu kaprissiz adama özel olarak bir şey hazırlamıyorum.
Robottan geçirmiyorum, gerekirse çatalla ezip veriyorum.
Patlıcanlı herhangi bir şey yedirmedim. 24. aydan sonra belki deneyebiliriz ama çok gerekli değil anladığım kadarıyla.
Pilav, makarna yemeyi, börek, mantı türü şeyleri seviyor.
Bu hamur işi düşkünü küçük beyefendiye sebzeli makarnalar, nohutlu pilavlar hazırlıyorum.
Aslında pirinç pilavından ziyade bulgur pilavını tercih ediyorum.
Her sebzeden mutlaka tattırıyorum.
Yoğurt içeren çorba türlerini çok seviyor. Bol bol o tipte çorbalar hazırlıyorum.
Kurabiye ve muffinler yapıyorum arada.
Muhallebi hazırlamaya çalışıyorum güncel olarak.
Mutlaka bir tatlı kaşığı kadar pekmez, kahvaltı sonrası kuru üzüm, badem ve ceviz veriyorum.

Aklıma gelenler bunlar. Yarın da yemek külürü ve beslenme becerileriyle ilgili olarak dikkat ettiğim noktaları paylaşmak isterim. Örneğin, kendi kendine ne zaman yemeli, yemekten sonra ödül verilmeli mi, yemek yemeyen çocuğa nasıl davranmalı... gibi.

Aşağıdaki linkler (lütfen beğendiklerinizi lüstenizle paylaşın, annelere faydamız olsun) Ata' nın sevdiği yemeklerin bir kaçına ait. Belki sizde severek yiyorsunuzdur veya denemek istersiniz ;)

Buğday çorbası
Yoğurt çorbası
Sebzeli makarna tarifi
Fırında yağsız sigara böreği tarifi
Tarhana nasıl yapılır?
al kabaklı pirinç çorbası
Ata salyangoz yedi
İşte yarının menüsü
Ata' nın beslenme programı


Afiyet olsun.

Yarın: Beslenme kurallarımız

Yenilediklerim, değiştirdiklerim...

Herkese merhaba,

Uzun zamandır blogspota girip eski blog muhabbetini yapamadığım için buraları çoook ihmal etmiştim. Bugünden itibaren pek çok detay değişti ve yenilendi.

İlki "yorum" bölümüyle ilgili
Daha önce, yorum bırakmada sorun olduğunu bana bildirmiştiniz. Şimdi yorumlarınızı bıraktıktan sonra istenilen harf ve rakamları doğru girdiğiniz takdirde sayfada görünecek şekilde ayarladım. Umarım kolay olur, yormaz sizi. Tabi bu arada yorumlarınızı beklerim bol bol, beni yorumsuz bırakmayın :)

İkincisi Facebook /Twitter ikonlarım
Daha önce sağ sütünda kocaman mavi bir "beni facebook'ta takip et " ikonu vardı. O gitti yerine ahşap versiyonları geldi. Nasıl olmuş?

Twitter hesabı yaptım.
Beni twitterdan takip edebileceksiniz ;) Follow me lütfen :)

En önemlisi, postlara retweet butonu ekledim.
Yazılarımla ilgili olarak sol üst köşede yer alan butona tıkladığınızda retweet yapabilirsiniz. :)

Umarım bu değişikliklerle ziyaretiniz ve yorumlarınızla beni sık sık ziyaret edersiniz.

İyi haftalar, bol şans ve güzellikler dilerim.

1 Mayıs 2011 Pazar

Çocukları Medyadan Koruma Rehberi - 2



Rehber oluşturma çalışmalarına devam.

Öncelikle bilim adamlarının ne söylediklerine bakalım:

2008 yılında Fransa’da TV ve radyo programlarını denetleyen Yüksek Görsel-İşitsel Konsey, televizyon kanallarının 3 yaşından küçük çocuklara yönelik TV şovları yayımlamasını, gelişim sürecindeki çocukları olumsuz etkilenebilecekleri gerekçesiyle yasakladı.

Konsey, ebeveynleri de uyararak bebeklerini, Baby TV, BabyFirst TV gibi yurtdışından yayın yapan kanallardan uzak tutmalarını istedi.
Konsey, önceki gün aldığı kararın 3 yaşından küçük çocukların televizyonun etkisinden koruma amacı taşıdığını bildirdi. Fransa Kültür ve Komünikasyon Bakanı Christine Albanel, haziranda bir gazeteye verdiği röportajda ebeveynlere alarm niteliğinde bir duyuru yaparak, bebek programları ve kanallarının bir tehlike olduğunu söylemiş; anne ve babalardan çocuklarının uyumasını sağlamak için bu programları izletmemesini istemişti.
Konsey, kablodan yabancı kaynaklı bebek programlarını yayınlayan TV kanallarının, programlarda ebeveynlere yönelik uyarılara yer vermesine de hükmetti. Konsey, altyazı şeklindeki uyarının “Televizyon izlemek, program özel olarak onlar için hazırlanmış olsa bile üç yaşından küçük çocukların gelişimini yavaşlatabilir” şeklinde olmasını istedi.
Sağlık uzmanları, bebeklerin TV izlemek yerine insanlarla ilişki içinde olmasının gelişimleri için çok önemli olduğunu söylüyor. Bebek programlarını eleştirenler, bu tip programların ebeveynler tarafından bebek bakıcısı olarak kullanıldığını söylüyor.


Son cümleye dikkat; tv bir bebek bakıcısı olarak kullanılıyor.

Diğer bir uzman görüşü:

Pedagog Güzide Soyak ABD’li konuşma ve dil terapistlerinin kriterini örnek veriyor: “Amerikan terapistleri, 0-2 yaş arası çocuklara, dil gelişimi açısından hiç televizyon seyrettirilmemesi gerektiğini söylüyor. Tek taraflı alıcı durumunda ilişki yoktur, bağımlılık yaratırsınız.” Soyak, anne babaların iki yaş öncesi çocuklarına hiçbir şekilde televizyon seyrettirmesini önermiyor, bunun yerine çocuklarıyla oyun oynamalarını, konuşmalarını tavsiye ediyor.
Soyak, iki yaş sonrası içinse televizyon karşısındaki vaktin günde 15-20 dakikayı geçmemesi gerektiğini vurguluyor: “Çocuk ısrar ediyor, yemek yemesi sağlanıyor diye televizyon seyrettirilmemeli. Televizyon, zararı yokmuş gibi görünse de bilgisayar bağımlılığına, başka bağımlılıklara zemin oluşturur. Yasak olmamalı, aileler bilinç-lendirilmeli. Aileler izlesin ve yöntemi öğrenip çocuklara uygulasın.”
Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı Derneği Başkanı Prof. Dr. Füsun Çuhadaroğlu da yasaklanmadansa, saatlerin kontrol edilmesi gerektiği kanısında. Çuhadaroğlu; “Birşeyler öğrenilebilir ama anne babalar, üç yaş öncesi çocuklarını, yarım saatten fazla tele-vizyon karşısında oturtmamalı” diyor.


Bir başka önemli görüş ise şöyle:

"Pediatrik konuşma ve dil uzmanı Birgül Çay’a göre, bebek kanalları dil gelişimine hiç bir şekilde fayda etmiyor: “Edindiğim tecrübe doğrultusunda, Baby TV gibi kanalların ve bebeklere yönelik DVD’lerin saatlerce izlenmesini ne dil gelişmine, ne de sosyal gelişimine faydası var.
Üç yaş altında bir çocuğun televizyon karşısında geçirdiği zaman günde yarım saati geçmemeli. Bu süre de gün içinde bölünmeli. Çocuklar, saatlerini bu kanallar karşısında put gibi kalarak geçiriyor, kendilerini soyutluyorlar. Reklamlarda da görüntüler gürültü, çocuklar ‘anne, baba’ diyemeden “Turkcell’le bağlan hayata” diyor!
Çocuklar sosyal iletişimden çok uzak, içe kapalı, elektroniğe bağlı gelişiyor. Dil gelişimini olumsuz etkiliyor. Yemek yemeyen çocuğu televizyon karşısına oturtuyorlar. Ailelere, televizyonu kapatın, önüne su koyun, suyla oyalansın diyorum.”


DVD'ler ilgili çok önemli bir yazı ise : Bebek Kanalları ve DVD'leri Bebeğimi Zekileştirir mi?

Benim zamanında yazdıklarımdan: Ne zaman konuşacak

Konuyla ilgili önemli bir video ise burada

Uzmanlar söylüyor ancak, biz ne yapıyoruz. Bunu tartışalım, önemli olan bu.

Sevgiler

İyi pazarlar