27 Şubat 2011 Pazar

Anjelika Akbar'dan...

Gece posta kutusunu kontrol ettiğimde Anjelika Akbar'dan bu videonun geldiğini gördüm. İzleyince kıpır kıpır oldu içim. Çok hoş bir çekim olmuş. Paylaşmak isterim.

Sevgiler

23 Şubat 2011 Çarşamba

gözünü sevdiğiminin blogspotu!

Sormayın, ne zamandır yokum. ( 2 gündür hepi topu belki ama bana gçre uzun bir süre :))) Sebebine gelince, sevgili kocicim beni kendi bloguna transfer etme girişiminde bulunmuş, başarmış ancak wordpressin o hantal, ağır ve renksiz dünyasına şak diye uyum sağlayacağımı düşünerek yanılmıştı.

O ne öyle???

Kaçtım geldim benim cici renkli bloguma :))) Hahahahahahaa, okumasın, amanın! Okursa çok bozulacak ama bunu şöyle düşünsün, hani kız arkadaşlarla oturup çay kahve içip sohbet etmek gibi...

Şimdi onca transfer bedeli varken, atlar, yatlar, katlar filan, temelli geri dönenemem de :))) Ne edeceğim? Zoraki o wordpress denen soğuk programı öğreneceğim. Ftp si firezillası, şusu busu... Milyon tane iş lazım en ufak değişiklik için. Zaten Çağatay'ın blogu tam takır kuru bakır. Ne görsel var, ne renk ne desen. Ben anladım zaten onun beni niye transfer ettiğini. Renk gelsin diye, hımmmmmmmmmmmmmmm.... Evet, evet.

Zaten hayatına transfer ederken de hem kalbimi çalmış hem de aklımı almıştı, ettiği evlenme teklifiyle. Şimdiki transfer bedeli o tatlılığın yanında devede kulak kalır :)
Yatlar katlar değildi elbette mevzu bahis olan ;)

Ah kocacım ah... Ne diye açmadın kendine bir blogspot. Her birşeyi kolay, renkli, pratik...

Ahhh, ahhhh. Gözünü sevdiğiminin blogspot'u.

İnsanın blogu gibisi yokmuş bu arada yahu! Alışana kadar işim zor valla!

Beni yoklayın arada, yalnız bırakmayın olur mu? Wordpress olanı yani, zaten soğuk bir de kimse olmayınca depresyona girmeyeyim İskandinavlar gibi :))))

Seviyorum sizi ve bebeklerinizi...

Sevgileeeerr

Aylin

20 Şubat 2011 Pazar

Anne-bebek fuarındaydık

Olabildiğince özet ve Aylin & Ata fotoğraflarıyla süslü son yazımı okumak için buraya klik lütfen :)

Not: Kadının yeri kocasının blogumuşmuşmuş...

Beni transfer ettiler

İşte transfer olduğum yeni yerim.

Beklerim ;)

18 Şubat 2011 Cuma

Sadece ot mu yemeli???

Daha önce uzun uzun bahsetmiştim. Kalbim tekliyor arada sırada. Öldürmez ama süründürür cinsinden birşey. Hal böyleyken doktor normalin hafif derece üstünde çıkan kolestrolüm için mecburen diyet verdi.

İlaç yazamazdı, çünkü Aylin daha haaaaalllllaaaaaa emziriyordu :)))

Demişti ki;
-Sadece toprak üstü sebze yiyeceksin... O kadar.
-Meyve yok.
-Hayvansal gıda yok.
-Hamur işi yok.
-Tatlı yok.
-Şeker yok.
-Çay kahve asitli gıda yok.
-Makarna,pilav yok.
-Peki ekmek var mı doktor bey?
-Yok!
-E, hadi günde 1 dilim olsun.
-Sağolun,allah razı olsun sizden :)))

Bu diyalogdan sonra 3 gün kendime gelemedim. Ben ki ağır yemek yemeyen, dikkat eden... Mümkünse detoks yapan... Mosmor oldum diyet lafını duyunca :( Şimdiye kadar kimse bana diyet emri vermemişti. Emir almayı zaten sevmeyen ama memur olan ben, doktordan "kesin kes yapacaksın, yoksa çok uğraşırız" lafını duyunca, baş önde, omuzlar yerde, ayaklarımı tırsss tırsss sürüyerekten çıkmıştım Florance Abla' nın hastanesinden :( Eve gelince kocacığıma gönderdiğim meyve sepetiyle hatıra fotoğrafı bile çektirdim, vallahi.

Günler nasıl mı geçti? ...
Hani bir şarkı vardı, "gel sen ne çektiğimi bir de bana sor" nerde nasıl yaşarım, gel de bana sor".

Nasıl özetleyeyim, bilemedim.

Ekmeğe elim gitti, anında bıraktım, Meyve sepetine gözüm takıldı, başımı çevirdim. Kuru kayısılarla burun buruna gelince geri geri mutfaktan çıktım. Tabi çıkarken çikolatalara el salladım.

Ha babam de babam ıspanak yiyorum sabahtan beri, yanına çorba, salata. Kahvaltıdaki 1 dilim ekmek hakkımı yarıya böldüm. Önce öpüyor sonra başıma koyuyor, ağzımda geveleye geveleye yiyorum ekmeğimi. "Muuaaah!!!" diye öpünce Ata bile garipsedi yahu :))) "Annem ne yapıyor" demiştir içinden, kesin :)

Akşam çorba, belki biraz ceviz...Bir de arada balık hakkım var bir de.



Bunun adı askeri rejim, ötesi yok. İçime ya derviş kaçtı ya nazi subayı, tam olarak emin değilim. Çünkü harfiyen uyuyorum.

Durun!!!! yalan söyledim.

2 gün önce bir dilim portakalın ucundan ısırdım :/ :)))

Not: Benimde canım vaaar, ben de insanııımmm, benim de kalbiiimmm vaaaar, ben de insanııııımmmmm

Not 2: Sadece ot(sebze yani) yiyince insan bir hoş ve pek hafif oluyormuş. Otların inceliği,zerafeti ve yeşertisi geçiyormuş ruha. Zihni berraklaşıyor, içine neşeli bir kuş gelip konuyormuş... Tecrübe ettim ve sevdim ben bu işi :)

Diyet yapanlar, yapamayanlar, zorunda olanlar, gönüllüler... beni çoooooooook iyi anlar tahminimce.

Sevgiler

Cinsiyet tahmin testleri toplatılıyor!

Bebek marketlerinin kasalarında sıkça gördüğümüz "cinsiyet tahmin testleri" Sağlık Bakanlığı'nca toplatılıyormuş.

Konu ile ilgili resmi yazıyı buradan okyabilirsiniz.



Bunun çok çeşitli nedenleri olabilir diye düşünüyorum. Bundan 1.5 yıl kadar önce bir arkadaşım bebeğinin cinsiyetini öğrenmek için koşa koşa en yakın hastaneye gider. 17.haftadadır, doktoru izinde olduğu için eve yakın olan hastaneye giderek ultrasona girmek ister. Hastane yetkilileri bunun "Sağlık Bakanlığı tarafından yasaklandığını" sadece hamilelik takibinizi yapan doktorun bunu söyleyebileceğini iletmişler. Çünkü çok sayıda "kız mı?aayyy ben erkek istiyordum, aldıralım" yada buna benzer, sağlam fetus kürtajının gerçekleştiğini söylemişler.

Duyunca kanım donmuştu.

Bu alet amacı pek de iyi olmayanlara yönelik hizmet edebilirmiş gibi geldi bana.

Yorum sizin.

Ha bu arada, yetkilelere duyuralım, madem toplatılıyor, ben pek çok mağazada halen daha satışının yapıldığını gördüm.

Karar sizin.

Hamilelikte 11.hafta

İlk trimesterin son haftalarındasınız ve ikinci 3 aylık dönem girmeye çok az kaldı.

Burada 11.hafta ile ilgili geniş bilgiler yer alıyor. Bu hafta bebeğinizin geliştiği en önemli hafta ve iç organlarının tamamına yakını bu haftalarda tamamlamaya yaklaşıyor. Yani taslak halinden çıkıp çalışır duruma geçmeye başlıyor.

Dr. Kağan Kocatepe 11. haftada bebeğin kordonundan ve göbek kordonun hayati öneminden uzun uzun bahsetmiş. Sonunda ise kordon kanının besleyiciliği, bebeğin gelişimi üzerindeki önemini anlattıktan sonra kök hücre toplanmasından bahsetmiş.

Peki kök hücre nedir?

Kök Hücre Nedir?


Farklı hücre tiplerine dönüşebilme potansiyeline ve kendisini yenileyebilme gücüne sahip olan hücrelere “kök hücre” deniyor.

Kök hücreler, vücudumuzdaki karaciğer, bağırsak ve cilt gibi organlarımızın hücrelerinden farklı olarak iki önemli özelliğe sahiptirler; Birincisi, bu hücreler uzun dönemler boyunca kendilerini yenilemek amacıyla bölünebilmektedirler. Oysa, yukarıda sayılan organlarımızın hücrelerinin bölünebilme kapasiteleri çok daha sınırlıdır. İkinci olarak, bir kök hücresinden elde edilen yavru hücre, birden fazla çeşit hücre tipine farklılaşabilmektedir. Örneğin, uygun deneysel veya fizyolojik şartlar altında bir kök hücre kalp kası hücreleri veya pankreasın insülin üreten hücreleri gibi özel işlevli hücrelere dönüşmek üzere uyarılabilirler. Oysa, vücudumuzdaki kas, cilt ve karaciğer hücreleri gibi hücrelerin belirli bir hedefi vardır ve bölündükleri zaman yine kendileri gibi bir hücre oluştururlar. Yani, karaciğer hücresi bölünmesiyle yeni bir karaciğer hücresi oluşuyor.

Göbek kordon kanı hematopoetik kök hücrelerden zengin olmasına rağmen yıllarca ihmal edilmiş önemli bir kaynaktır. Kordon kanı, kemik iliği gibi hematopoetik öncül hücrelerden çok zengin bir kaynaktır. Yeni doğan, bağışıklık sistemini henüz şekillenmediği ve dolayısıyla yeni bir ev sahibine uyumun en iyi gerçekleşebildiği bir modeldir.
diyor uzmanlar.

Bir de bu hafta beslenmenin önemi üzerinde durmuş. Hamilelikte annenin ilgi gösterdiği yiyeceklerin tadını öğrenen bebekler doğduktan sonra da buna devam ediyorlarmış .Yani; yediklerimize dikkat. Hamileliğimde bol bol ceviz ve badem yiyen ben şimdi görüyorum ki oğlum bunlara bayılıyor. Ayrıca, simit-peynir ikilisi ve ayrıca balık teklisine de bayılıyor. Yanında rakı olmadığı için bunu yetişkin olduğunda kendisi deneri tercih eder ya da etmez, yorumlamak ve yaşamak Ata'ya kalmış. Ama dilerim ki sevmez ve içmez :)))

Haftanın tavsiyesi: Bu kitabı mutlaka okuyun:Osho / Çocuk



İçindeki soru, açıklama, bakış açısı ve sakinlik sizi düşündürerek bebeğinizle olan ilişkinizi aydınlatmaya ışık tutacak.

Gribe dikkat, kendinize iyi bakın.

Sevgiler

Doğal Ebeveynlik Nedir? Uzm.Psikolog Nilüfer Devecigil

Kafayı karıştırmaya gerek yok, Nilüfer Devecigil anlatıyor...


Nilüfer Devecigil - TV8 / Erken Baskı - Bölüm 1/2
Yükleyen mcerdogan. - Tüm sezonlar ve tüm bölümler

Aslında amaç, çocuğun ihtiyacı nedir, bunu farketmek lazım

Uzman Psikolog Nilüfer Devecigil anlatıyor.

17 Şubat 2011 Perşembe

Bu Güncenin Ana Dili Türkçe'dir.



Türkçe düşünüyorum, Türkçe konuşuyorum, insanlarla Türkçe anlaşıyorum, ana dilim Türkçe...

İşim Türkçe öğretmek, prensiplerim; Türkçe' nin tam ve doğru kullanılmasına azami dikkat edilmesi yönünde, bir eğitimci olarak. Ancak gelin görün ki, gün boyu dilimize yapışmış, lapa lapa yabancı sözcüklerden, kırık dökük "güya Türkçe" cümlelerden dolayı kendimi, kültürümü ve dilimi yok sayılmış gibi hissediyorum. Bu ülkede Türkçe'yi özenle konuşan birileri yok mu acaba?... Düşünmeden edemiyorum.

Türkçe konuşan, yazan ve öğreten bir anne ve eğitimci olarak herkese ilan etmeye karar verdim. Bir anne güncesi olan "Bu Sayfanın Ana Dili Türkçe'dir".

Türkçe karşılığını bilmediğim durumlarda Türk Dil Kurumu sayfasına danışacağım.

Türkçesini bile bile yabancı sözcük karşılığını kullanmayacağım.

Yazım kurallarına dikkat edeceğim.

Toplumsal alanda ve günlük yaşamda seçtiğim sözcüklerin ana dilimizden olmasında daha özenli olacağım.

Benliği olan ulusumuzun temel öğesi olan Türkçemizi hakkını vererek kullanmanın, aldığımız eğitim, terbiye ve ahlakın gereği olduğunu düşünüyor, bundan böyle "sadece Türkçe" diyorum.

Saygılar,

Aylin Anne

Not: Bu konuda hemfikirseniz görseli bilgisayarınıza indirebilir, internet güncenizde yayımlayabilirsiniz.

16 Şubat 2011 Çarşamba

Anjelika Akbar ' la Söyleştik


Besteci, piyanist, kompozitör, yardım organizasyonların gönüllüsü, Unicef iyi niyet elçisi, çağdaş derviş, Yürek ve Timur' un biricik annesi Anjelika Akbar ile söyleştik.

Çıkardığı son kitabı "İçimdeki Türkiye" ile epey yoğun bir gündemi olan Akbar'a bu koşturmacası içinde bana da zaman ayırdığı için çok teşekkür ederim.


İşte söyleşimiz...

Kendinize en yakın yolu “tasavvuf” olarak nitelendiriyorsunuz. Mesajlarınızdan açıkça görülüyor ki tasavvuf öğretilerinin pek çoğu reel ve rasyonel bir şekilde kalbinizin ve hayatınızın içinde... Büyük mutasavvıf İbn-i Arabi, aşkı “erkeğin kadında, kadının ise evladında yaşadığı duygu” olarak açıklıyor. Size göre aşk nedir? Hayatınızın neresindedir?
- Aşk, hayatimizin her zerresindedir. Yeter ki onu “oku’yabilelim”… “Ben tüm Evren’i AŞK’tan yarattım; benim AŞK KİTABIMI OKU” denildi bize aslında. Ben de ufak ufak, küçük küçük adımlarla ilerleyip oku’maya çalışıyorum işte…

Her çocuğa içinizin titrediğini söylüyorsunuz, peki; yaşamınızda kendi çocuklarınıza doğru nasıl bir geçiş oldu?
- Büyük oğlum artık 20 yaşında! Ben de inanamıyorum, ama öyle! Evlenmiştim ve çok isteyerek ilk oğlumu Dünya’ya getirdim; ikinci kez evlendim ve ikinci oğlum 17 yıl aradan sonra geldi, yine çok beklenen bir çocuk olarak… Çocuklarla sabır, şefkat, fedakarlık öğreniyoruz; onlar bizim için bir okul aslında!..

Hamileliklerinizde nelere dikkat ettiniz?
- Sakin olmaya en çok dikkat ettim. Ve bol bol sevdiğim müzik dinlemeye. Çünkü hamile iken bir kadın karnında taşıdığı bebeğe gıda ve vitamin dışında huzuru ve mutluluğunu vermeli… Geri kalanlar nasılsa oluyor; bebek anneden gereken her şey temin ediyor. Ama annesi sinirli, mutsuz ise, bebeğin işi çok zor…O yüzden oğullarıma karnımda iken cennet nasıl yaşatabileceğimi düşündüm hep; dış etkenlerine rağmen (özellikle ilk hamileliğimde olağanüstü zor dış etkenlerle karşı karşıya kalmıştım).



Doğum konçertosunun hikayesiniz bizlerle paylaşmak ister miydiniz?
- İkinci hamileliğim sırasında bir konser için Bach’ın Re Minör Piyano konçertosunu hazırlıyordum. Hem dinliyor, hem de piyanoda sıklıkla çalışıyordum. Oğlum karnımda iken bu müziğe en çok aşına olduğunu düşündüm. Ve sıra doğuma gelince; normalde Su’da Doğum yapacaktım; fakat oğlum karnımdan çıkmakta çok gecikiyordu; hatta doktorumuz İbrahim Sözen bizi imza karşılığında eve yolluyordu; doğal doğum için hala beklemekte ısrar ediyordum. Süre artık çok uzadı; doktor hastaneye mutlaka gelmemizi söyledi; eğer doğuma hazır değilsem, yapay sancı yöntemi uygulayacaktı. Ağlayarak hastaneye geldim, (çünkü ilk oğlumu doğal doğurdum ve bu sefer de öyle olmasını istiyordum); anlaşıldı ki, yapay sancı için bile durum elverişli değil. Sezaryen tek çareydi. O zaman doğal ve Su’da doğum yerine önceden ne olur ne olmaz hazırladığım B Planı’na geçtim; MÜZİK’TE DOĞUM!. Oğlum bu Piyano konçertosuna çok alışkındı; madem öyle, o bu Dünya’ya gelirken, bari tanıdığı müzikle karşılansın istedi. Genel narkoz altında yapılan sezaryen doğumumuza Bach eşlik etmiş oldu. Bebeğimi bilinçli olarak karşılayamadım, ama önemli değil, ruhum onu karşılamaya çıkmıştı, hem de en sevdiğim müzikle. Daha sonra Ankara’da bu Konçerto’yu sahne’de orkestra ile seslendirirken, çok değişik bir duygu yaşadım: kendimi sahnede değil, doğum esnasında hastanede görüyordum, besteci ve piyanist olarak değil, bir anne olarak… Güzel ve değişik bir deneyim idi.

Son günlerde tartışılan normal mi sezaryan mı tartışmasına nasıl bakıyorsunuz?
- Tabii ki doğal doğum en güzel yöntemdir. Sezaryen bence sadece tehlikeli durumlarda başvurulması gereken bir yöntemdir…

Dışarıdan kendinize baktığınızda anneliğinizi nasıl tarif edersiniz? - Detaycı, dost, ciddiyeti ve tatlılığı dozunda kullanmaya çalışan bir anneyim…

Nelere çok dikkat edersiniz, neleri pek umursamazsınız?
- Çocukların erdemlerine, etik değerlere sahip olmalarına dikkat ederim; çevredekilerle ilgili olmalarına, bencil olmamalarına (mümkün olabildiği derecede), hayatlarının düzen içinde olmasına (yatma saati, yemek saati), sağlıklı beslenmelerine; boş zamanın olmamasına (boş zamanlarını verimli, bir şeyler yaratarak değerlendirmelerine) dikkat ediyorum. Okuldan getirecekleri notlarını pek umursamam; asıl başarı notlarda olmadığını, hayatı öğrenmeleri ve iyi insan olmaları iyi not getirmekle her zaman doğru orantılı olmayabildiğini biliyorum. O yüzden okul konusunda strese girmiyorum. Çocukların yeteneklerini en erken dönemde bulmaya çalışıyorum; o konuda her türlü destek vermeye çalışıyorum. Asıl yeteneği olan alanda kendini yeterince geliştiriyorsa, bir de genel kültür ve çevre bilinci varsa, geri kalanın ekleneceğini zaten biliyorum. Nitekim büyük oğlum Yürek okulda hiç stres yapmadan okudu, kurslara, dershanelere katılmadan (1 ay gitti eşimin ısrarı ile ve bıraktı) yetenek sınavı ile Üniversite kazandı ve de yüzde 100 bursla okuluna o yıl tek o kabul edildi…

Özel tavsiyeleriniz var mıdır, bebek bekleyenler için? Müzik, beslenme, bilinç geliştirme üzerine…
- Bebek bekleyenlere kendilerini hamilelik döneminde “hasta” değil, Dünya’nın en mutlu kadını gibi hissetmelerini ve düşünmelerini tavsiye ediyorum. “Mutluluk şımarıklığı” öneriyorum! Çok fazla yemek yememelerine, fakat bilinçli yemelerine dikkat etmelerini öneriyorum. En sevdikleri müzikler ne ise, seçip, sadece onları dinlemelerini. Türü ne olursa olsun, yeter ki dinlerken hüzün veya sıkıntı hissetmesinler. Bir de hastaneye gitmeden önce mutlaka hastane tipi süt pompasını kiralamalarını. Bu konuda da “Emzik altından gülümseme” adlı yazım var, bilinclianne.com sitesinde.

Bilinclianneler.com u hamileliğimden beri takip ediyorum. Merak ediyorum nasıl oluştu? Nedir sizi bu siteyi var etmeye sürükleyen?
- Ben böyle bir site yaratmayı asla düşünmezdim. Oğlum büyüktü, daha ikinci evliliğim bile olmamıştı. Annelik üzerine bir şey de okumuyor, takip etmiyordum. Gündem son derece yoğundu, albümler, konserler, besteler, projeler. Ve bir gece rüyamda bu siteyi gördüm. Detay detay… oluşturulacak pencerelerin isimlerine kadar. Ve sitenin isminde de “anne” ve “bilinç” kelimeleri vardı. Site daha çok bilinç, maneviyat, etik değerler, çevre, sağlıklı yaşam üzerine idi… uyandım, bir gün düşündüm…İnternete girip ilk kez annelik ve bebek, çocuk kelimelerini google’a yazıp bu konuda neler var diye araştırdım. 15-20 site isimlerini alıp inceledim. Anladım ki, benim gördüğüm sitenin niteliği farklı olacak. Ve akşam artık kararım hazırdı: siteyi kuracaktım ve ismini “bilinclianne.com” koyacaktım. Zaten “ismi ile geldi”!

Anne sütünün önemi malum… Emzirmek için neler yaptınız? Anne sütünün frekansı hakkında paylaşmak istedikleriniz var mıdır bizimle?
- Her iki oğluma 18 ay boyunca hiç aksatmadan süt verdim. Tüm yoğunluğuma rağmen bunu başarabildiğime çok seviniyorum. Bebeklere “mutlu süt” lazım diyorum. mutlu ve sakin annenin sütü onlara her açıdan iyi gelir. Yani sadece süt vermek de yetmez bence. Manevi anlamda barış ve sükünet sütü lazım onlar. Anne bu anlamda emzirirken buna çok dikkat etmeli diye düşünüyorum.

Peki çocuklarınızdan bahsedecek olursak, kimdir bu beyefendiler?
ACEV için Anjelika Akbar, oğulları Yürek Ve Timur'la...
Kişilikleri, duruşları, yetenekleri ve bu dünyayı yordayış biçimleri nasıldır, size göre dünyaya geliş amaçları nedir? Anlatmak ister misiniz?

- Büyük oğlum Yürek ile küçük oğlum Timur’un hem farklı, hem de benzer tarafları vardır. Elbette Timur daha çok küçük, ama şu anda bile karakterinin bazı özellikleri görmek mümkündür. Yürek yaratıcı ve sanatsal yanı güçlü bir çocuk, hem görsel sanatlara hem de müziğe yeteneği vardır; müziği hobi olarak seçip, profesyonel yol olarak ise fotoğraf ve video seçti. Üniversiteyi yüzde 100 bursla kazandı, yetenek sınavından geçip. www.he-artbeat.com / www.yurekakbar.com sitesinde bazı çalışmaları görmek mümkündür. Karakter olarak oldukça naif, temiz kalpli ve sevecen biri. Beni açıkçası hiç yormadı büyüme çağında. Elbette bazı zorluklar oluyor, fakat gerçekten saygılı ve sevgi dolu biri… Hata yaptığında da çabuk kabul edebiliyor ve düzeltemeye çalışıyor. Yürek aynı zamanda 2-3 ay evvel Gaye Sökmen ajansına girdi; eğer imkan olursa kendini filmlerde denemek istiyor. Sadece kamera arkasında değil, kamera önünde de belki yetenekli olabilir. Müthiş bir taklit yeteneği vardır.

Timur da şimdiden itibaren sanat, müzik ve tiyatro ile iç içe büyüyor. Her gün yaptıkları ile bizi şaşırtıyor; özellikle her şeyi tiyatro sahnesi gibi görüp, herkese rol veriyor, bildiği masalları ve çizgi filmleri, bazen de uydurduğu hikayeleri “sahneliyor” ve hepimiz onun aktörleri oluyoruz. O ise hem yönetiyor, hem de oynuyor. Aynı zamanda 6 aylıktan itibaren piyano ile iç içe oldu. Gerçi bu zamanlarda benim piyano ile uğraşmam onunla daha az zaman geçirmem anlamına geldiğini fark edip, beni piyanoya biraz kıskanmaya, protesto etmeye başladı. Çalmaya başlayınca ben, geliyor, piyano kapağını kapatıyor ve beni oradan uzaklaştırıyor. Bu arada bu günlerde çello sanatçısı ve arkadaşım Rahşan Apay’dan çello dersi almaya başlıyor, çünkü çok ilgi duyuyor ve öğrenmek istediğini ifade ediyor. Küçük bir violayı aldık ve çello olarak kullanması için bir değişiklik yaptık. Çok azimli, istediği ve ilgilendiği şeyi mutlaka sonuna kadar yapacak. Yürek ile bu anlamda da benziyorlar.Hepimiz olduğu gibi, çocuklarım da bu Dünya’ya kendilerini bilmek için geldiler. Dünya aynasında kendilerini görüp, özlerini hatırlamak için.

Müzik eğitimi anne karnında başlıyor. Oğullarınızın müziğe olan ilgisi nasıl? Çaldıkları enstrümanlar, dinledikleri müzik türleri ve besteciler kimler?
-Büyük oğlum 11 yaşına kadar klasik müzikle uyudu; kulağı mükemmeldir. Hiç bilmediği klasik müzik eserinde bile bir hata yapılıyorsa, kulağı ile onu yakalıyor. Bildiği eserler sayısı de çoktur. Her türlü müziği dinliyor, jazzdan rocka, klasikten new agee kadar. Bu da iyi bir şey. Kendi “müzik mönüsünü” zamanla oluşturacaktır. Küçük oğlumu da müzik eşliğinde Dünya’ya getirdikten sonra, çoğunlukla klasik eserlerle uyutuyorum. Ama gündüzleri farklı tür müzikleri dinletiyorum kendisine. Oyun esnasında onlarla tanışırken, değişik ülkelerin kültürel üzelliklerini bilinçaltında algılamış oluyor.

İki çocuklu olmak nasıl bir duygu? -Güzel kolay değil, ama elbette çok güzel bir duygu!..

Kesin sormuşlardır ama ben de sorayım, üçüncü bir çocuk düşünüyor musunuz?
– Hayır, düşünmüyorum. Çocukları dünyaya getirmek kolaydır, ama istediğiniz eğitimi ve hayatı sağlamak kolay bir şey değildir. Bir de diğer taraftan, ben mesleğimde oldukça yoğun bir insanım. Zaten çocuklarım beni özlüyor; artık serbest zamanlarımı eşime ve 2 çocuğuma vermek istiyorum, yeni bir bebeğin gelmesi dikkatimi böler; sistemimi zorlar diye biliyorum. Onun için “hayır” diyorum.

Sizin evde bir gün nasıl geçiyor?
-Genellikle sabah henüz kahvaltıya geçmeden ya küçük oğlum ile biraz zaman geçiriyorum yada kalkıp o anda artık oyunlara daldıysa, e-maillerime ve günün programına bakıyorum. Genellikle evde çalıştığım için, ev ofisi mantığı ile ev hayatini birleştiriyorum. Kahvaltıdan sonra dışarıya çıkmıyorsam ve hava iyi olursa, bazen küçük oğlum ile geziyorum veya evde oynuyorum; büyük oğlum evde ise onunla biraz ilgileniyor, sonra da yoğun olarak ya piyano, yada yazı çalışmalarıma geçiyorum. Arada zamanım kalıyorsa, küçük oğlum için öğle ve akşam yemeği mönüsü ile ilgileniyorum; ve ayrıca tüm ailenin yemek listesi ile; zamanım yoksa, yardımcıma evde olanlardan bir şeyler kendi inisiyatifine göre bir şeyler yapmasını söylüyorum. Bazı günleri ofiste çalışıyorum, dışarıda toplantılara, röportajlara, çok seyrek de olsa gündüz arkadaşlarımla yemeğe çıkıyorum. Ama genellikle böyle serbest zamanım pek olmuyor. Her boş saniyeyi müziğe ayırmaya çalışıyorum. Piyano veya beste çalışırken, bazen durmadan 4-5 saat, bazen de birer saat aralıklarla bölerek diğer işlerimle harmanlayabiliyorum; ruh halime bağlı…Bazen beste yaparken her şeyden uzak kalmam gerekebiliyor, o zaman tek başıma bir yerlere gidiyorum; bu biz sahil olabilir, yada kalabalık bir yer, fark etmez; yeter ki kimse ile konuşmayıp, kendi içimi dinleyebileyim. Akşamları dışarıda çok seyrek program yaparız, eşim işten geldiği zaman hem beraber evde yemek yemeyi severiz. İyi filmler varsa, sinemaya gideriz. Yeni bestelerim varsa, ev halkına akşam yemekten sonra onları çalışıyorum. Kitap okuyoruz, konuşuyoruz…

Albümünüzden sonra “İçimdeki Türkiyem” kitap olarak vücut buldu. Hayat nasıl geçiyor Türkiye’de ve hayatı – yaşamayı neye benztiyorsunuz?
-Hepimiz birer yolcuyuz… Yol beni Türkiye’ye getirdi ve kalbim burada kalmamı söyledi. Gözlemciyim ve yürüyenim aynı zamanda. Türkiye’de aradığım maneviyatı buldum, ne Hint aşramında, ne de Rus steplerde… ve bu güzel bir şey!.. İyi ki buradayım, bu toprakların insanlarını seviyorum, yakın buluyorum. Bu beni çok mutlu ediyor!..

Bir gün hamileler ve bebekler için özel olarak çalmak ister miydiniz?
Kitabımda bundan bahsettim. Hamile iken hamileler için bir konser verdim. Huzur veren bir konserdi… Sonra o fikri bir albüme aktarmak istedim ve böylece “Raindrops by Anjelika “albümüm doğdu. Yurtdışında bu albümü terapi için kullanan kurumlar bile var; ve de sıklıkla hem hamileler hem de bebeklerin bu albümle huzur ve mutluluğu bulduklarını duyuyorum…


Timur 2.5 yaşını geçiyor, 2 yaş krizleri denen durumlarla karşılaştınız mı hiç? Karşılaştığınızı düşündüğünüz de aklınızdan neler geçti ve neler yaptınız?

-Timur hem yumuşak, hem de çok inatçıdır. 2 yaş krizi midir, yoksa şimdiden karakter göstergesi bilmiyorum, ama bazen tutturduğu bir şey yapılmayınca kıyameti koparıyor! Sakin kalıyor, onu ikna etmeye, yada bazen rahat bırakmayı deniyoruz. Sabır ve soğukkanlılık gerekiyor, onu anlıyorum. Nedense Yürek böyle bir dönem yaşamadı; belki de doğası daha sakindir, bilemiyorum. Ama yine de şükürler olsun, Timur bizi bu anlamda çok da yormadı şimdiye kadar.

Destek verdiğiniz kurumlar var, seçtiğiniz organizasyonlarda nelere dikkat ediyorsunuz?
-Kalbime ve aklıma hitap edecek, etik değerlerime ters gelmeyecek, yardımın emin olacağım şekilde gereken yerlere ulaşacağını bildiğim kurumlarla iş birliği yapıyorum

Uzaylı Köpek Baaşa’ nın Öykülerini dilimize kazandırdınız, yazmayı çok seven biri olarak yeni öyküler kaleme almayı düşünüyor musunuz? Yeni nesiller için projeleriniz neler?Film yapmak isterseniz lütfen bizi arayınız :) Malum; sinema tv sektöründeyiz.
- İçimdeki Türkiyem kitabımın üzerine film çektirmeyi ve filmde kendimi oynamayı planladım. Bu günlerde bunun araştırmasını ve de heyecanını yaşıyorum. Aynı zamanda “Baaşa” çizgi filmini yapmak isterdim, ama maliyetlerin çok yüksek olduğunu biliyorum; nereden başlayacağımı bilmediğim için, şimdilik öylece duruyorum… Baaşa’nın Hikayeleri’ni ilk önce Rusça yazdım ve Rusya’da yayınladım; biliyorum ki, sadece Türkiye veya Rusya’da değil, tüm Dünya’da sevilebilecek bir karakterdir Baaşa, çocukların onun gibi kahramanlara ihtiyacı var olduğunu biliyorum. Bakalım, kısmet!..

Yalınlığınızdan ve netliğinizden esinlenerek sormak istiyorum: Aylin Anne blogunu nasıl buldunuz, tavsiyeleriniz var mıdır bana?- Çok hoş, saydam, temizlik ve ferahlık duygusunu veren bir “mekan”, hem de çok yararlı. Tavsiyelerim yoktur, ama tebriklerim vardır :)

-Çok teşekkür ederim.

Ailelere “temiz kalpli ve iyilik için üreten, yetenekli çocuklar” yetiştirmek için neler önerirsiniz? Ne yapmalı, ne etmeli? Ne etmemeli?
-Öyle çocukları yetiştirmek için sadece bizim, yani çocukları anne ve babalarının öyle olmamız gerekiyor. En önemli öğreti “örnektir” çünkü! Biz ne yaparsak, nasıl yaparsak, çocuklarımız bizde kopya çekecekler. İyi kopya vermemiz için bu konularda başarılı olmamız lazımJ


Sevgili Anjelika Akbar, içten ve güzel yanıtlarınız için teşekkür ederim. Yanıtlarınızla bana ve pek çok anneye ilham vereceğinizden, gönlünü rahatlatacağınızdan emin olabilirsiniz. Yoğun programınızda bana vakit ayırdığınız için size müteşekkirim. Herşey gönlünüzce olsun, ailenizle, oğullarınızla sağlıklı ve neşeli bir ömür diliyorum.

Ben teşekkür ediyorum!

15 Şubat 2011 Salı

Biz nerede hata yaptık?

Işıl' ın Jan Hunt' un Doğal Çocuk isimli kitabından dilimize çevirdiği alıntılamalardan birisini paylaşıyorum.

Artık ağlatır mısınız, sıkı disiplinden taviz yok mu dersiniz, emzirmeden mi kesersiniz...siz bilirsiniz.

Cocuklarimiza verdigimiz gizli mesajlar

Yenidogan
Soyledigimiz:Istedigin kadar agla,seni yeniden kucagima almayacagim.
Dusundugumuz: Aglaman beni cok uzuyor ama butun o uzmanlar yaniliyor olamaz.
Cocugun dusundugu:Beni sevmiyor,benle ilgilenmiyorlar. Annem mukemmel beri,demek ki terslik bende. Demek ki,ben onun sevgisine layik biri degilim.
20 yil sonra soyledigimiz:Tom'da ne buluyorsun anlamiyorum. Sana nasil davrandigini gormuyor musun? Sen bundan daha iyisini hak ediyorsun.


Bebek
Soyledigimiz:Memeyi birakiyoruz.Sen buyudun artik!
Dusundugumuz:Devam etmek isterdim ama akrabalarin elestirilerini daha fazla kaldiramiyorum.
Cocugun dusundugu:Hayatimdaki en onemli seyi kaybettim:uzun suren kucaklasmalari ve en sevdigim yiyecegi. Belki de ben kotu biriyim, kotu seyler yaptim ve cezalandirildim.
20 yil sonra soyledigimiz:Neden bu kadar cok iciyorsun?

2 yasinda
Soyledigimiz:Artik bizim yatagimizda uyumak yok! Yalniz degilsin,bak ayicigin da senle beraber uyuyacak.
Dusundugumuz:Anneannen bizle beraber uyumanin yanlis oldugunu soyluyor.Neden oldugunu tam anlayabilmis degilim ama onun memnuniyeti, senin memnuniyetinden daha onemli. Her neyse, bak, bu ayicikla beraber uyuyabilirsin.
Cocugun dusundugu:Ama haksizlik bu! Onlar gercek birine sarilarak uyuyabiliyorlar! Beni pek iyi tanimiyorlar,duygularimi onemsemiyorlar.Neyse ki, su ayicik var!
20 yil sonra soyledigimiz:Biliyorum, Tom seni terk ettigi icin cok uzgunsun,ama kredi kartina bu kadar yuklenmene ne gerek vardi?Aldigin bu ivir zivir seni rahatlatacak mi? Sen ne zaman bu kadar materyalist oldun?

4 yasinda
Soyledigimiz:Kardesine vurmaman gerektigini biliyorsun. Bir daha yaparsan,oyle bir tokat yersin ki, bir daha da unutmazsin!
Dusundugumuz:Bu durumu daha iyi idare etmenin bir yolu olmali, ama benim babam da bana boyle derdi. Demek ki, yaptigim, o kadar da yanlis degil.
Cocugun dusundugu:Kardesime kizdigim icin ona vurdum. Simdi de babam bana kizdi ve bana vurmak istiyor. Demek ki yetiskinler vurabilir ama cocuklar vuramaz. Peki, ben birine kizdigimda ne yapmaliyim? Her neyse,bir gun ben de yetiskin olacagim.
20 yil sonra soyledigimiz: Barda kavga mi cikardin? Yetiskin insanlar birine kizdiklarinda ona vurmazlar.Ben hic bir zaman sana siddete basvurmayi ogretmedim!

6 yasinda
Soyledigimiz:Bugun senin icin cok onemli bir gun. Korkma, sadece ogretmenlerinin soyledigi her seyi yap.
Dusundugumuz:Lutfen okulda ariza cikarip beni utandirma!
Cocugun dusundugu:Ama korkuyorum! Evden bu kadar uzun sure ayri olmaya alisik degilim. Galiba benden biktilar. Eger uslu cocuk olup,ogretmenin her soyledigini yaparsam, belki beni severler.
20 yil sonra soyledigimiz:Ne? Arkadaslarin seni uyusturucu almaya ikna mi ettiler? Herkesin her soyledigini yapacak misin?Senin kendi aklin yok mu?


8 yasinda
Soyledigimiz:Sinifta ogretmenini dikkatle dinlemiyorsun! Onemli seyleri nasil ogreneceksin?
Dusundugumuz:Cocugumun basarisizligi,benim de basarisiz oldugumu gosterir.
Cocugun dusundugu:Ogretmenin anlattiklari, ilgimi cekmiyor. Sanirim,o her seyin iyisini bilir. Benim ilgi duydugum konular onemsiz,demek ki.
20 yil sonra soyledigimiz:28 yasina geldin,hala hayatta ne yapmak istedigini bilmiyorsun! Ilgi duydugun hic bir sey yok mu yani?


10 yasinda
Soyledigimiz:Bir tabak daha mi kirdin?Bosver, bundan sonra bulasiklari ben kendim yikarim.
Dusundugumuz:Biliyorum,sana karsi daha sabirli olmaliyim ama bu sekilde,en azindan, bulasiklar cabucak yikanmis olacak.
Cocugun dusundugu:Ne kadar sakarim! En iyisi,yardim etmeye calismayayim.
20 yil sonra:O isi cok istiyorsun ama muracat etmiyorsun,oyle mi?Kendine daha cok guvenmen lazim!


12 yasinda
Soyledigimiz:Hadi disari cik ve arkadaslarinla oyna biraz!Emin ol,burada pineklemekten daha eglencelidir disarida oynamak!
Dusundugumuz:Biliyorum,senle daha fazla vakit gecirmeliyim ama su islerin bitirilmesi gerekiyor.
Cocugun dusundugu:Annemle ve babamla beraber bir seyler yapmak istiyorum ama her zaman cok mesguller.Sanirim arkadaslarim beni daha cok seviyor.
20 yil sonra:Bizi hic arayip sormuyorsun.Bizim duygularimizi hic onemsemiyor musun?


14 yasinda
Soyledigimiz:Canim,disari cikar misin? Babanla ozel bir sey konusuyorum.
Dusundugumuz:Bilmeni istemedigimiz bazi sirlarimiz var.
Cocugun dusundugu:Ben bu ailenin bir parcasi degilim.
20 yil sonra:Hapiste misin? Problemlerin vardi da,bize neden soylemedin?Aile icinde sir olmaz,bilmiyor musun?

"Dar la Teta es Dar la Vida"

Bu videoya sevgili Işıl'ın blogunda gördüm. Çok hoşuma gitti ve paylaşmak istedim. Meme vermek hayat vermek demektir diyor ve bu şarkıyı Jose Luis Orozco da söylüyor kadife sesiyle :)

14 Şubat 2011 Pazartesi

Mübarek sevgililer gününde kardiyoloji kliniğinde olmak bir ayrıcalıktır.

Günün anlam ve önemini belirten yazımın özeti attığım başlık oldu aslında. Daha önceki yazımda kalp meselesine değinmiş, yaşadığım derdi paylaşmıştım. (İyi dilekleriniz için çok teşekkür ederim tekrar tekrar...)Doktorum Vedat Bey "pazartesi gel kontrol var" dedi. Tıpış tıpış gittim. Beklerken hafiften gerildiğimi ve NTV'deki son dakika gelişmelerinin değil, beklemenin verdiği gerginlikle kalp sesimi kulağımda duyuyor gibiydim. Neyse ki eğlenceli bir yerdi ve dikkatimi dağıtacak şeyler buldum. Derken doktorum çağırdı. İçeri girdiğimde Vedat bey'in saç baş dağılmış, yorgun, solgun ve de zor konuşan halini görünce "Sevgililer gününüz mübarek olsun Vedat bey" diyerek selamalarım. Moral verip güldürdüğüme sevinirken kendisi süper hazır cevap çıktı. "14 Şubat'ta kardiyoloji kliniğinde olmak bir ayrıcalıktır. Seni eve sapasağlam bir kalple göndereceğim, hiç merak etme" dedi. Vaaaaaaayyyyyy :) İşte benim doktoru :))))

Durum iyi, fena değil, idare eder vesaire ama garip bir şey yaşandı. Kan yağlarım yüksek çıktı. Çok üzüldüm, acayip moralim bozuldu. Ben ki inek misali ot yiyen, oğlu 17. ayında olduğu halde süt için didinen ve bu nedenle sürekli yeşil yapraklı gıda tüketirken ( kalsiyum ve süt için) nereden çıktı bu LDL, kolestrol??????? "Sana ilaç yazacağım, bunları iç, kan yağlarını kontrol edelim, ekarte etmezsek şikayetlerin sürer" dedi. Haydaaaaaaaaa, "emziriyorum Vedat bey" deyince. "Ok, o zaman diyet" dedi. "Neeeeeee, ne diyeti, nasıl yani, ne yağacağım şimdi ben. Daha önce diyet yapmadım, hay allah" biçiminde bir panik yaşarken,"yapmazsan olmaz, karnene kırık gelir, bak yoksa ilaç yazarım" dedi gülerek. "Yalvaran bir sesle...Emzirmeyi kesemem, diyete razıyım. Ata emmeyi çok seviyor ve çok mutlu. Bu onun için çok önemli bir şey, nasıl tarif edeceğimi bilmiyorum ama küt diye emzirmeyi kesersem bunalıma girer çocuk". Vedat bey, doğruldu ve büyük bir ciddiyetle, "sakın sakın sakın, emzirmeyi kesme, bu onun hala en büyük gıdası. Oradan aldığı sadece protein,vitamin,savunma hücresi değil, anne sevgisi, şefkati. Sana sokuldukça yaşadığını hissedip mutlu oluyor her seferinde bunu unutma" dedi. Gözlerim doldu dinlerken. Ata'cığım benim. Boncuk gözlü meraklı yavrum benim. "Ne gerekiyorsa yaparım, değil rejim, askeri rejim uygularım ama sütten kesmem" dedim. Gülüştük filan falan...

"Eee, nasıl bir diyet bu hocam" diye sordum. Amanın!!!! Sormaz olaydım. Aynen şunu dedi; "toprak altı besin yok, toprak üstü sebzeler var sadece, ha bir de meyve yok"...
MEyve mi?
Meyve mi?
Meyve yok mu?
Ne, meyve yok mu???

Şok oldum ....hmmffff!

"Meyve yok, çünkü içinde şeker var, şeker ise kan yağlarını arttırır."

Pencereyi açıp caddeye doğru "ben meyvesiz yaşayamam" diye bağırasım geldi, billahi. Zaten "erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer deyip bunu ısmarlamıştım. Oalcak şey mi bu? Hani kardiyoloji de olmak bir ayrıcalıktı? Ühüüüüüüüüüüüüüü :)))



Aklımda meyveler kös kös eve geldim. Ev halkı mest olmuş bayıla bayıla yiyordu. Artık bana yasak diyerek, ağlak mağlak konuşmaya başladım. Bu akşam yiyeyim, bir daha yok dedim kendi kendime. Yedim bir iki tane...Ama sanki taş yiyordum sayın seyirciler. Olamaz böyle bir psikolojik baskı: :(

Meyve yemeyip naaapacağım ben yaaa :( Ot mu kemireceğim apartmanın kadrolu kedileri gibi. Offf, dert oldu içime. 3 ay yok, zinhar yassak!

Neyse, sevgililer gününü mübarek mübarek kutladık. MEyvelerimizi yiyemedik, yediklerimiz boğazımıza dizilir gibi oldu. Ata'mız diş çıkardığı için keyifsiz ve dolayısıyla annesine naz , caz yapmaktadır.

NOT 1: Bu arada alternatif anne de yazdığım yorumları sindiremeyenler blog yazılarıma garip garip notlar- yorumlar göndererek beni sinirlendirmeye çalıştı galiba. Bir tanesini yayınladım ama okuyan herkes bilsin ki ne yaptığımdan ve ağlatmanın zararlı olduğundan o kadar eminim ki, bu yazılanlar beni değil sizi yıpratır. Boşu boşuna enerji harcarsınız, söylemedi demeyin. Hakkımda yazdıklarıyla ileri giden olursa işte orada mahkeme orada, veririm dilekçemi uğraşırsınız... Son yorumlarımı admin yayınlamadığı için zamanında ne dediysem buradan okuyabilirsiniz ayrıca. Bir gün oturup "moderasyon nedir" ve "moderatörlük nasıl yapılır" başlığı altında bir yazı yazacağım. Unutturmayın. Gruplarda, sitelerde, şurada, burada yazacak zamanım ve de isteğim olmadığı için bu tür gerginlikler ve yanlılıklar bana çok uzak şeyler. İtirazı olan, beğenmeyen varsa yazdıklarımdan, okumayıversin, olsun bitsin. Bu kadar basit. İşim gücüm yok bir de car car car sizinle kavga mı edeceğim yahu :)))

Herneyse, Ata sayıklıyor galiba, gidip bakmalıyım. Yarın Eko çekilecek, orada da bir arıza yoksa yapacaklarıma ve dikkat ettiğim şeylere ağırlık vermem gerekiyor.

NOT 2:Son yazımda ve sondan bir önceki yazımdabeni Sabiha Paktuna Keskin'den başka uzman tanımıyor sanabilirsiniz, ancak doğallığı ve doğruyu söyleyen en gür ses oydu Türkiye'de. Demek hataları olmuş, haberim yok. Etik önemli bir mevzu ama şu da bir gerçek,
Psikiyatrlar nörologları ve psikologları,
Psikologlar rehber ve psikolojik danışmanları,
Rehber ve psikolojik danışmanlar ise alan dışı olarak bu işi yapanları hep dışlarlar, hatta uğraşırlar. Bunun dışında; işin iç yüzünü bilmediğimden yorum yapmam doğru olmaz. MAdem öyle, çocuk &ergen psikiyatrları nerde, çıksın onlar anlatsın bakalım aynı dille... Bekliyoruz.

NOT 3: YARIN SİZE BİR SÜPRİZİM VAR.

Herkese iyi geceleri, iyi kandiller, mutlu - güleryüzlü bebekler, sağlık dolu günler diliyorum.

Sevgiler

Aylin

Ata'mi "adam" ederken bunlara dikkat ediyorum

Son günlerde çöp kamyonlarına çılgın bir ilgi gösteriyor. Camdan izliyoruz olup biteni ve anlatırken copcu dememeye,

Evde yere dusen bir yiyecegini agzina deperken manasiz sett tepkiler yerine, yememelisin demeye,

Kirintilari biriktirip balkonum kenarina Ata ile birlikte birakmaya,

Yemege gelen kuslari rahatsiz etmemek icin uzak durmaya,

Miz miz miz mizirdanmasi sirasinda sessiz kalmaya,

Birseyi isterken aglamak isterse, aglamadan anlatabilirsin bebegim demeye,

Arada sirada gereksiz birseyi tutturdugunda, istegi herneyse acele acele yuzune anons etmeye,

Seker ve cikolatadan olabildigince uzak tutmaya,

Tv izletmemeye,

Klasik, caz, rock, sanat muzigi, arada pop dinletip sarki soylemeye,

Duvarlari boyamak istediginde sadece gozlerinin icine bakip, nereyi boyuyorduk Ata, diye sormaya,

Zorla yedirmemeye,

Yuzune "seni gidi" deyip parmak sallamamaya ( tokat atmakla esdegerdir)

Sorularina tam ve dogru yanit vermeye,

Erken yatip, erken uyanmasina, duzenini aksatmamaya,

Kitap okuyup masal anlatmaya, otuncaklariyla oynamaya,

Gece uyandiginda kucaklayip koklayarak yanima alip uyutmaya,

cani yandiginda agliyorsa aninda susturmamaya,

inatlasmamaya,

emmek istediginde incitmemeye,

Hergun disari cikarmaya,

Sofraya kasiklari goturmesini istemeye,

Ona her an saygi ve yakinlik gostermeye dikkat ediyorum, kalbimdeki ask ve sevgiyle :)

13 Şubat 2011 Pazar

İlla ki yapılacaklar listesi -Sobe

Uykum kacti yine... Yarin okullar acilacak bir de doktor kontrolum var. Neyse ki sevgililer gunu :) sevgilimle ve sevgililerim CagATAy la guzel bir aksam olur umarim.

Aklimdan gecenleri not almak icin oturup yazmaya karar verdim.

1. Hayatimda en az bir kere sarisin olacagim. Maksat renk olsun:)
2. Bahceli bir evde yasayacagim.
3. Gul yetistirecegim.
4. Tursu, komposto, recel ve sarap yapmayi orenecegim( Kurs yerini ayatlafim bile, Izmir'deki evimiz.)
5. Antika bir araba alacagim. (nasil olacaksa...yazmadan gecmeyeyim)
6. Yarim kalan Avrupa ve Amerika seyahayimizi tamamlayalim artik.
7. Ucus kursuna katilacagim.
8. Efes i cok severim. En yakin zamanda doyasiya gezecegim oralari.
9. Gemi yolculugu istiyorum, Akdeniz turu mesela ...
10. Dunyayi gezecegim.
11. Bir kac cocuk daha ;)
12. ATA ile piyano dersi alacagim.
13. Pasta kursuna gitmek istiyorum.
14. Yarim yarim beni bekleyen kitaplarimi tamamlayacagim.
15. Milli Egitim Bakanligi na bagli her devlet okulunda ar-ge birimlerini actiracagim. Olmasa da yolunda ilerleyecegim.
16. Suslu bir deftere Ata ile ilgili not alip gunluk tutmaya devam edecegim. Aksatmak yok.
17. Yagli boya resime devam edecegim. (ne ara yapacaksam...AMA yapacagim iste)
18. Fotograf sergisi acacagim.
19. Elimdeki 4 projeyi tamamlayip sizlerle paylaşacağım.
20. Şimdi değilim ama yaslaninca acayip koket bir teyze olacağım.
21. Belime kadar upuzuuuuuuuuuun saçlarımı kestirecegim (yani, sanırım, belki, koyabilirsem,emin değilim)
22. Elektro gitar çalmadan ölmeyeceğim.
23. 90 li yılların müziklerini daha cok dinleyecegim.
24. Kainati en duru sekilde aciklayan sey tasavvuftur, daha cok okuyacagim.
25. Copleri ayirarak atmaya devam...
26. Balkon kenarina kus evi asacagim.
27. Canakale Sehitligine mumkunse her sene gitmemizi saglayacagim.
28. Her yil agac dikecegim.
29. ATA ya siradisi modelli bereler orecegim.
30. Bu yaz ailecek Bodrum Turgut Reis'te tatile gidelim.
31. Bileğime yavrukusumun adını yazdiracagim.
32. Dogal yasam parklarini gezelim, fotograf cekelim istiyorum kocacimla ve Atacimla.
33. Bir sinem filminde minik dahi olsa bir rol almak istiyorum Ben.
34. Giyeceklerimi oyle azalttim ki... 2-3 pantalon bir kac kazak, gomlek..yeter, cok bile. Belki yeni ve stil seyler alirim bir ara.
35. Surekli ve devamli ve de azimle dezavantajli cocuklar için çalışacağım.

Şimdilik aklıma gelenler bunlar. Sizin de aklınıza gelenler ve hiç gitmeyenler varsa, haydi durmayın, siz de yazın. Sobelediklerim Açalya, Slingomom, Işıl,Zerrin Anne , Pi-nik Kuş , Peri ve Sena

Yasamak , dolu dolu yasamak ne güzel şey :) Sobelediklerim, haydi bakalım :) Bekliyorum

İşte Kazanan Şanslı :)


Gap Baby çekilişinin sonucu belli oldu. Kazanan: ÖZlem ( Doruk'un annesi)

Sevgili Özlem,

Bana iletişim bilgilerini gönderirsen hediyeni göndermek istiyorum.

Sevgiler

Durun ve düşünün, doğal olan bu mu?



Zaten Sabiha Paktuna Keskin olanı anlatıyor. Benim yorum eklemem doğru olmaz. Ancak bir iki şey var anlatacağım.

Bir insan bir davranış örüntüsünü ( beslenme, uyuma, tuvaletini yapma gibi) gerçekleştirmek için modele ve zamana ihtiyaç duyar. Sürecin iyi geçmesi için güvene ve şefkat gereklidir. Özel olarak uygulanacak her yöntemler kriz ve risklere davetiyedir. Bunlar ileride anksiyete, obsesyon, kişilik bozuklukları, oral dönem ve anal dönem komplekslerine neden olabilir. Bu yazıyı okuyup, eksik, hatalı, yanlı... vb bulan uzmanalr varsa lütfen görüşlerini bildirsinler. Bu benim kendi gelişimim ve Ata için çok önemli.

Bir iki şey var demiştim. İlki üst paragraftakilerdi... İkincisiFerber kimdir, uyku bozukluğu uzmanıdır, bebek gelişiminden ne anlar?Tracy kimdir, bebek hemşiresidir. Vefat etmiştir, rahmet olsun, bebek gelişimi ve gelişim psikolojisinden ne anlar? Hatta o bile ağlatmaya karşıdır. Aylin kimdir,uzman, doktor, psikolog değil,okuldan aldığı diplomasına değil, doğruyu ve doğalı söyleyen uzmanları takip eden, oğlunu en az psikolojik hasarla büyütmeye, hayata hazırlamaya karar vermiş bir annedir.

Gaddarlıkla terbiyeyi karıştırmayın.

Rahmetiniz gazabınızı geçerse orada sağlık vücut bulur diyorum tasavvuf diliyle.

İtirazı olan?

KArşı çıkan?

Eksik diyen?

Söyleyecekleri olan???

Haydi sarılın klavyeye...

Yine uyku, yine ağlatma, yine bunu zararsız zanneden anneler...

Sevgili Hülya, Alternatif Anne de Çocuğuyla aynı yatakta yatmak ya da yatmamak başlıklı bir yazı yayınlamıştı.

İlk grubu bebek odası ve yatak odası arasında mekik dokumaktan vazgeçip bebeği odasına alanlar olarak almış. Ben de bu gruba girmediğimi, en başından beri birlikte uyuduğumuzu yazdım. Ardından sevgili Işıl ve sevgili Açalya kişisel görüşlerini bildirmişler. Işıl da aynı şeyi söylemiş: "bebeğini yanında yatırmaya doğmadan önce karar veren anneler olarak bir başlık açsaydın keşke"demiş. Aynı zamanda "ipleri eline almak" ve "patron" olmak gibi kavramlar olmadığı için 7/24 bebeğin ihtiyaçlarına tam ve yerinde yanıt vermenin onlar için en doğrusu ve en sağlıklısı olacağına inandığımız için bunu yapıyoruz demiş.

Bir kere Işıl'a sonuna kadar katılıyorum. Bebeğimi doğurmadan önce yanımda yatırmaya karar verrmiştim. Ama yine de Hülya, bir zorluğu atlatmak şeklind eyorumlayarak ilk sıraya aldığını belirtti.

Bebekleri ağlatmanın stresi ile ilgilibir yazım var: Bu yazıya pek ünlü bir psikolog hanım bile hem tepki gösterdi hem tebrik gönderdi. Popüler olunca kafası karışıyor insanın demek ki :)))

Bence bebeğine uyku terbiyesi vermek isteyen pek çok anne keyfine düşkün tiplemeden uzak değil. "Anne iyi uyuyacakmış ki..." diye başlayan cümleleri hiç samimi bulmuyorum artık. Tamamen bencillik. Ayrıca; 9 ay karnınızın içinde olan bir bebeği doğar doğmaz olmasa da daha kendini ifade etme becerisinden yoksunken büyük bir aceleyle başka odaya bırakmanın "güvende" ve "özgüvenli çocuk yetiştirme" kavramları açısından bakıldığında büyük bir telaş, acelecilik ve acemilik olduğunu düşünüyorum. 5 gün bebeği ağlatmanın sonu a tipik depresyondur. Literatür bilenler ve karıştıranlar gelsin konuşalım.

"Ferber denedim, uyuttum" deyip rahatına eren anneler iyi bilsin ki bebeğin yaşadığı stres kadar varılan sonuç depresyondur. Tekrar ediyorum. Çocuk "öğrenilmiş çaresizlik" denen kavramı gerçekleştiği için, bebek ağlar ağar, anadan ümidi keser ve uyur.

Ben de bebeğimi yalnız büyüttüm, büyütüyorum. Çok zorlandığım anlar oldu. Ama hiç Ata'yı şikayet etmedim. Uyanacak tabi, o bir bebek, pek çok ihtiyacı olduğu için, en başta anneyi yokladığı için uyanacak. Beraber uyumakla rahat ve sakin bir adam olarak büyüyor. Bize güveniyor. "Yoksunluk" denen şeyi yaşatmadık çok şükür. Burada ferbercilere verip veriştirdim ayrıca. Çünkü kazık kadar halimizle anneye muhtaç olsak ve annemiz istediğimiz ilgiyi vermese bunalıma gireriz diye anlattım. Anlayan anladı anlamayan bana özelden ferberi övdü.
Saçmalamayın,bebeklerin "ipleri eline aldığını" , "patron olmaya çalıştığını" düşünmek, daha neokorteski bile olmayan yani sosyal ve duygusal yönden bu kadar karmaşık bir işlem yapamayacak kadar saf temiz varlıklara ait şeyler değil. Bunları düşünenler büyükler, büyüyüp kirlenmiş olan büyükler. Bir de bu tür şeyleri düşünenlerin bir yerlerde açıkta ve gizlide duran kompleksleri olduğunu da düşünüyorum. Kim bir bebeğin "patron benim" demek için ağladığını düşünecek kadar iyi niyetli olabilir? Hiç kimse...! Düşünse düşünse kendi acizliğini örtbas etmeye kalkan kompleksli yetişkinler düşünür. Ayrıca pozitif disiplin veren ebeveyn olmaktan bahsediyorsanız, kusura bakmayın ama ferber - yatır kaldır yöntemleri uyguladıysanız, bunlar sizin sicilinizi bozar.

Açalya'ya da çok katılıyorum. Birlikte uyumak adamı adam eder diyorum.

Ağlattım, yatırdım kaldırdım, bir travma olmadı diyenlerdenseniz ergenlikte ve devamında kök söktüreceğini bilin ona göre şimdiden hazırlık yapın diyorum son söz olarak. İlk aşaması 2 yaş krizidir tabi.

Ballandıra ballandıra anlatan annelerin ve şakşakçılarının bilmesi gerekenleri ben kendimce anlattım. Bir de çocuk nöroloğu olan bir uzman anlatsın, benim anlattıklarımı sallayabilirsiniz ama bu kadının kapı gibi iş ve bilim otoritesine kulak verin diyorum. Ayrıca Sabiha Paktuna Keskin in bu işten iyi anladığını ve annelere iyi bir rehber olabileceğini düşünüyorum.
Video tam bu yazıya göre.

Not: Hülyacım, yazımı tamamen kendi üzerine alma sakın, direk sana değil, ille de ferber diye tutturanlara tepkili olduğum için ferber seven ve yaşatan annelere karşı yazdım.


Hepinize sevgiler

Otizm Çeşitleri ve Rett Sendromu


Otistik spektrum bozukluğu, ileri düzeyde ve karmaşık bir gelişimsel yetersizlik çeşididir. Otistik spektrum bozukluğu, doğuştan varolabildiği gibi, üç yaşa kadar olan dönemler de başlayabilir. Otistik spektrum bozukluğunun, nörolojik sorunlardan kaynaklanan bir yetersizlik olduğu sanılmaktadır. Ancak, henüz bu konuda net bilimsel göstergelerle ulaşılabilmiş değildir. Ayrıca, otistik spektrum bozukluğu ile ailesel özellikler (örneğin, etnik köken ya da ailenin sosyoekonomik düzeyi) arasında da herhangi bir ilişki bulunamamıştır.
İstatistiksel bulgular, otistik spektrum bozukluğunun yaklaşık her 500 çocuktan birinde görüldüğü yönündedir. Otistik spektrum bozukluğunun erkeklerde görülme sıklığı, kızlardan dört kat fazladır; ancak, kızlarda genellikle daha ileri düzeyde seyrettiği gözlenmektedir.

SINIFLAMA
Çeşitli bilimsel kaynaklar otistik spektrum bozukluğunu çeşitli şekillerde sınıflandırmaktadır. Ruhsal Bozukluklara İlişkin Tanı ve İstatistik El Kitabı IV, psikoloji alanındaki sorunlara ilişkin referans alınan en güvenilir kaynaklardan biridir. DSM IV otistik spektrum bozukluğunu beş alt gruba ayırmaktadır:

Otizm,
Asperger sendromu,
çocukluk disintegratif bozukluğu,
Rettsendromu ve
atipik otizm (PDD-NOS).

Bu alt grupların her biri aşağıda kısaca açıklayalım.
Otizm: Otizm, otistik spektrum bozukluğu kategorisindeki en temel alt gruptur. Otizmin üç yaştan önce başladığı kabul edilmektedir. Otizm; (a) sosyal etkileşimde önemli yetersizliklerle, (b) iletişim ve oyunda önemli yetersizliklerle, (c) çeşitli takıntılarla kendini gösterir. bu özelliklerin her birinin ayrıntıları aşağıda yer alan Belirtiler alt bölümünde açıklanmaktadır.

Asperger Sendromu: Asperger sendromunda da, sosyal etkileşimde yetersizlik ve çeşitli takıntılar görülür. Ancak, otizmden farklı olarak, dil ve zihin gelişiminde geriliklere rastlanmaz. Asperger sendromu tanısı almış bireylerin sözel işlevleri, örneğin, sözcük dağarcıkları ve dilbilgisi gelişimleri, genelde iyidir. Ancak, görsel-algısal ve görsel-devinsel işlevlerde yetersizdirler. Ayrıca, çoğunda denge ve devinsel eşgüdüm sorunları gözlenir.

Çocukluk Disintegratif Bozukluğu Çocukluk disintegratif bozukluğu, çok seyrek rastlanan bir otistik spektrum bozukluğu kategorisidir. Bu tanıyı alan çocuklar, yaşamlarının en az ilk iki yılında normal gelişim gösterirler. Bozukluğun başlamasıyla, daha önce kazanılmış olan beceriler hızla yitirilir ve otizm için belirtilen özellikler kendini gösterir. çoğu çocuğun zihinsel becerileri, ileri derecede zihin özürlü düzeyine kadar geriler. Çocukluk disintegratif bozukluğu tanısı alan çocuklar, birkaç yıl içinde, otizm tanısı alan çocuklarla benzer özellikleri paylaşır hale gelir.

Rett Sendromu: Rett sendromu, en az beş ay normal gelişim gösteren çocuklarda görülür ve yalnızca kızlarda ortaya çıkan genetik bir otistik spektrum bozukluğudur. Sendromun başlamasıyla birlikte, baş büyümesi yavaşlar, el becerileri (örneğin; tutma, açma vb.) yitirilir, takıntılı el hareketleri başlar. Zamanla tüm devinsel beceriler geriler.

• 6-18 aylık olana kadar normal veya normale yakın bir gelişim gösterirler.
• Bu süreden sonra çocuk, geçici durgunluk veya gerileme sürecine girer, iletişim kurma becerisini yitirir ve ellerini bir dilek dilermişçesine birbirine kenetler.
• Hemen ardından stereotipikel hareketleri, yürüyüş bozuklukları ve kafa gelişiminde gözle görülebilir bir yavaşlama ortaya çıkar.
• Nöbet geçirme, uyanıkken düzensiz soluk alıp verme gibi problemler de karşılaşılabilinir.
• X kromozomu üzerinde bulunan MECP2 geninin kusurlu olmasından dolayı oluşur.
• Özellikle kız çocuklarında görülür. Bunun sebebi; erkeklerin 1 adet X, bir adet Y kromozomu taşımaları, oluşumda X kromozomunun kusurlu olanını kompanse edebilecek yedeği olmaması ve böylece MECP2 mutasyonunun erkek fetusun ölümüne yol açmasıdır. Kızlar ise erkeklerden farklı olarak 2 adet X kromozomu taşırlar.
• Şimdilik, her 23 binde 1 doğumdan, 10 binde 1 doğuma kadar varan sıklıkla ortaya çıktığı bilinmektedir. En son keşfedilen genetik kanıtlarla bu sayı daha da artmış olabilir.
• Rahatsızlık konuşma yeteneğinin ve el becerilerinin kaybına sebep olur. Baş büyümesinde yavaşlama ve sürekli tekrarlayıcı el hareketleri, el becerilerinin kaybı ve ellerini amaçlı kullanamama meydana gelir. Denge bozukluğu ve yürümede bozulma başlar.
• Bu el hareketleri; el yıkama, el bükme, eli bir yere hafifçe vurma, el çırpma, eli ağıza götürme gibi şekillerde kendini tekrar eder ve zamanla değişebilir.
• Nöbet, nefes alma bozuklukları, diş gıcırdatma ve bel kemiğinin S şeklini alması (skolyoz) gibi problemler de ortaya çıkabilir.
• RS’in bir ailede sadece bir kere ortaya çıkma durumu %99.5’tir.
• Hastalığa veya komplikasyona karşı alınacak önlemler, çocuğun yetişkin yaşlara kadar hayatta kalmasını sağlar.

Sonuçta,

Her 10 otizmli bireyden 1'inin destansı özellikleri vardır. En popüleri yağmur adam, ikincisi ise ressam Stephen Wiltshire' ın bu videosudur.

Otizmle ilgili notlar... devam edecek.

12 Şubat 2011 Cumartesi

Sihirili 40 Hafta



Sevgili arkadaşım Devrim'in kitabı Sihirli 40 Hafta Beyaz Yayınlarından çıktı.

Hamilelik anıları, taşlar, bitkiler ve alternatif bilgilerin yer aldığı kitabın geliri "küvöz" alımına bağışlanacak. Bu nedenle almak, edinmek gerek diye düşünyorum.

Devrim i candan yürekten tebrik ediyorum, destekliyorum.

Haydi siz de alın, okuyun, bir katkıda bulunun :)

Sevgiler

Eğitim sistemimizi böyle düşlemek hayalperestlik mi?

Herşey otizm üzerine yeni yazılan bir şeyleri tararken gelişti. Euronews' de yayımlanan "Learning World" programında, "Sınıfının en iyisi: Finlandiya" bölümüne denk geldim.

Anlatılanlara bakılırsa, Finlandiya eğitim sisteminin filozofik sırrını sorgulayarak bir görüş elde edilmeye çalışılıyor.

Öğretmenlere müfredat baskısı yok,
sınav derdi, oks,sbs,öss gibi sorunları yok.
Okulda 4-5 saat kalıp gidiyorlar.
Tıpkı bir etüd merkezi gibi ancak tek farkla.
Yaşamı öğreniyorlar ve oyun oynamaya teşvik ediliyorlar. Bizim sistemimizde olduğu gibi sol beyine- ezbere değil, sağ beyine-dokunmaya,hissetmeye,ilgi ve benzeşim kurmaya yöneliyorlar.
Yani, gerçekten ve yaparak-yaşayarak öğreniyorlar.

Kişisel görüşlerime gelince:
"Bu sistemi değiştirebilmek için didinmeli ve aynı ilkelere sahip olup, aynı şeyleri düşünen herkes dağılmdan işbirliği yapmalı ki adım adım ilerleyebilsin bazı şeyler. Belki 500 yıl gerekecek istenen seviye için belki 50 yıl ama 5 yıl içinde birşeyler yapmazsam Canım Ata'm ve çocuklarımızın tamamına yakını d bu rezil sistemin içinde aptallaşmaya başlayacak. Belki de az çocuk, bol sevgi, çok çalışmak ve iyi düşünmeyi öğrenmek lazım, gerisi kolay, gerisi Finlandiya gibi olmak demek." Bence uyku eğitimi kadar, beslenme kadar hayati bir mesele bu. Önemli olan eğitim felsefesi ve öğretmen kalitesi, gelişebilmek için. Ancak hala günümüzde kapıda tek sıra olup kravat, ceket, saç baş, ayakkabı kontrolü yapılıyorsa Nasa'dan adam getirsek de bir şey olmaz" diye düşünüyorum çoğu zaman.

Eğitim ciddi bir iştir ve eğitimde feda edilecek fert yoktur. (M.K. Atatürk)

Gelin görün ki üstün zekalısı, üstün yeteneklisi, normali, engellisi, otizmlisi, analısı, babalısı, kimsesizi heba olup gidiyor bu eğitim programı çöplüğünde!

...ve yavaş yavaş, çok değil yakında, sıra bizim çocuklarımıza geliyor olacak ne yazık ki.

Umutsuz muyum, bilmiyorum ama bunlar benim kişisel görüşlerim. Peki siz ne düşünüyorsunuz, sizce ne olmalı, ne yapmalı? Yoksa topluca Finlandiya'ya mı kaçmalı?

Hadi anlatın, yazın, paylaşın. :)

Videonun orjinali burada, Türkçesini ise buradan izleyebilirsiniz.


Tak takıştır annem!

Elva Fields uzun zamandan beri takip ettiğim bir marka ve tarz olarak çok beğeniyorum. Takılarını incelemek bana keyif ve ilham veriyor. Günlük olarak kullanamayacağım tipte takılar olmasına rağmen bu özenli ve kaliteli dizaynına göz atmadan geçmeden edemiyorum. Takıyı seviyor ve takı yapımıyla ilgileniyorsanız bu markayı sıkı takip edin derim :)





Kalbim atıyor tek tek , tekleyerek



Hamileliğimin 36. haftasıydı. Sıcak bir gündü ve yorulmuştum. Akşam iyi gibiydim de gece 10 civarı nefes nefese olduğumu farkettim. Oturduğum yerde sanki koşmuş koşmuş yorulmuş gibi nefes nefeseydim. Uzandım, geçmedi. Sonra iyice şiddetlenmeye başladı. Evde yalnızdım, Çağatay'ı aradım. Uçarak geldi telaşla...Sık sı knefes almaktan kafayı bulmaya başlamıştım, başım dönüyordu filan. Ancak beni daraltan şey doğru düzgün nefes alamamaktı. Hafiften endişelenmeye başlayınca acile gittik. Sorular, yanıtlar, tahliller derken oksijen tüpüne bağlandım. Rahatlayınca yarın gelin inceleyelim dediler.

İyi, hoş, güzel. Ertesi gün düştük yollara. Önce dahiliye inceledi, göğüs hastalıklarına yöneltti. Doktora hamilelik öncesi buna benzer hafif derecede şikayetlerimin olduğunu hatta astımdan şüphelenildiğini ancak olmadığının anlaşıldığını anlattım. Bir de kardioloji baksın dediler. Koridorun sonuna gittik, hemencecik içeri aldılar. Doktor sordu, baktı etti. İnceleyelim dedi, kalp ultrasoundu çekti. Sonuç için beklememizi rica etti. Ben ne olduğuna dair herhangi bir yorum yapıp kendimi üzmemeye gayret ederken asistan kafasını uzattı kapıdan. "Doktor sizinle görüşmek istiyor", dedi.

"Küçükken sık sık boğaz-bademcik iltahabı geçirdiniz mi" diye sorunca aklıma geldi hemen. İlkokulun sonuna kadar çok çektim ben şu bademcik denen şeyden. Hatta kızıp badem yememişliğim bile vardır. O derece... 40 derece ateşim çıkardı ve soluğu doktorda alırdık ayda 1 kere :( "İşte bunlar kalp romatizması yapmış büyük bir ihtimalle ve mitral kapakçık deforme olmuş, geriye kan kaçırıyor" dedi doktor. Tanı: Mitral yetersizliği ve interartriyal septal anevrizma...Dondum kaldım.

"Doğum yaklaşıyor, ne yapacağım ben?" diye sorarken güm güm çarptı benimkisi. "Bir şey olmaz, normal doğum yapabilirsiniz". Nasıl olmaz, nefes nefeseyim, doğumda nefesim yetmezse ne olacak?" Doktor güldü kihkihkih. Hiç hoşuma gitmedi. "Bir şey olmaz"... demesi kolay. Gel kendin doğur bakalım, dilin bir karış dışarıda gezerken doktor bey.

Kendi doktoruma artık korktuğumu ve sezaryana dönebileceğimi söyleyince yerden göğe kadar hak verdi. Ne kendimi riske atabilirdim ne de Ata' mı. Zaten 2 hafta sonra iyice ağırlaşınca sezaryanla 38. haftada Ata dünyaya geldi.

1.5 yıl geçti aradan, yine şikayetlerim var. Doktorum Vedat Bey baştan sona inceliyor durumu. Pazartesi günü durumum netleşecek. Ciddi bir şey yoktur, sadece yorgunum ve üşütmüştümdür, ondan göğsüm ağrıyor ve adam gibi nefes alamıyorumdur... Belki hafif bir üşütmeden dolayı şikayetlerim artmış olabilirtır... Bu tür rahatsızlıkları olanların üşütmemesi ve grip, boğaz enfeksiyonu yaşamaması gerekliymiş. Gelin görün ki, öğretmenim, göbek adımız faranjit, okulum buz gibi ve grip salgını var.

Canım sıkılıyor aklıma geldikçe. Yıllar sonra farkedilen bu durumun aslında çocukluktan beri olduğunu öğrenince bir garip oldum. Bol bol yanlış teşhisler kondu, bolca gereksiz yere ilaç iştim, delik deşik edildim...

Nefes darlığı
Çarpıntı
Çabuk yorulma
Kol ağrısı
Sırt ağrısı
Hırıltı
Kuru bir öksürük

Bunlar varsa, durmayın siz de bir kardiyologa başvurun bence.

Anne olunca ölüm korkusuyla tanıştım, önceden pek umrumda değildi böyle şeyler. Korkmazdım, bu bilinirdi. Ama şimdi... Ata... Bir de bu kalp çarpıntısı kafamın içini kemirip duruyor. Düm tek tek, hahaahhahaha :))) Son günlerde aksırsam bloga yazmaya başladım zaten! :))) O halde şu derdimi dökeyim de rahatlarım belki biraz. Üşütmemenin grip olmamanın yollarını okusam, önlemimi alsam iyi olacak.

Gideyim de kocakarı ilaçlarına bakayım biraz. Eğlence olur gece gece :)))

Hepinize sağlıklı nefesler, güzel günler, iyi geceler.

11 Şubat 2011 Cuma

Aylin Anne Anne Bebek Çocuk Ürünleri Fuarında



Haydaaa,

"Bu bloggerlar abarttı, fuarlarda stand mı açıyor"
diye düşündünüz belki ilk başta. Olabilir, kendinde bunu yapma isteği bulanlar vardır belki ama benimkisi kocamın yanına ilişmek şeklinde bir "açılım". Fuar açılımı... :))) Şöyle ki Çağatay doğum fotoğraflarıyla ve İstanbul Bayisi olduğumuz Babylife Kordon Kanı Bankacılığı firması ile hizmetleriyle Anne Bebek Çocuk Ürünleri Fuarı'na katılıyor. 17-20 Şubat arası gerçekleşecek fuara Ata ve bendeniz 19-20 Şubat'ta dahil olacağız.

Hall No:11
Stand No: C-132


Geçerken uğramayı ihmal etmeyin, tanışalım, kaynaşalım, merhabalaşalım, fotoğraflr çekilelim, olar mı? :)

"Sevgili" Hediyeniz Gap Baby' den







Bu şirin mont bebeğinizin olsun isterseniz 13 Şubat 2011 Pazar günü saat 19:00 a kadar yorumunuzu bırakmanız yeterli. Mont 6-12 aylık bebekler için bu mont çekilişine herkes katılabilir. Haydi haydi, durmayın, katılın :)

Sevgiler

Aylin

İtirafname



İrem bir itiraf listesi yapmış, özenip yazmaya ve yükü atmaya karar verdim.

-Hamileyken daha az yiyebilirdim ama boğazımı tutamadım yahu, ne yapayım 27 kilo aldım, lohusalıkta belim çok fena oldu. 1 ay yürüyemedim hatta. Çok pişmanım.

-Sezaryan oldum iyi de oldu, çünkü kalbim normal doğumda zorlanabilirdi. Ciddi bir durum var, sürekli takipteyim doktorlar tarafından. Bu durum çok kafama takılıyor. Ölüm korkusu gibisinden hayatımda olmayan bir korku türemişken anne olunca, bir de organik nedenler çıkınca arada arızaya bağlıyorum kendimi, ne yapayım yaaaaa :(

-Şimdiki aklım olsa EASY denen tuğla gibi kitabı elime bile almazdım. Daha doğalcı ve sprituel ağırlıklı şeyler okurdum.

-Hamileyken yoga yapamadım. İyi ki de yapamamışım, elimdeki çok popüler olan dvd program hatalıymış. Umarım siz de o programa uyup denemezsiniz.

-Çok ağır bir travmaydı sezaryan, kendimi içi deşilmiş, hayatı çalınmış, ölmüş olarak algıladım ameliyattan sonra.Ama ne olursa olsun epidural derim başka da bir şey demem.

-Hani meşhur bir söz döndü ya bloglarda. "bir çocuğu büyütmek için bir köy gerekir" şeklinde. Hah! Ata' nın doğumunu dört gözle bekleyip doğduktan sonra kapımı açmayan bizim köylülere fena halde bozuğum. (Annem-babam hariç).Öleceğim unutmayacağım bunu. Kin değil ama yaşayanlar bilir, "lohusaya atılan kazıklar, gün gelir poponu tırmalar".

- Ata' nın kolik olduğu dönemlerde, kötü bir bel, ev işleri, kucakta ağlayan bir bebek gibi bir kabusnameyle geçen ilk dört ayı hiç unutmayacağım.

- Kocam iyi bir baba ve hayat & ev arkadaşı. O olmasa hapı yutmuştuk toptan.

-Ata'yı koklaya koklaya ve emzirerek uyutmak baştan bir alternatif sonradan ise bilinçli bir tercihim oldu. İyi ki de öyle oldu. Asla pişman değilim.

-Bloglara şöyle bir göz atabiliyorum, ne yorum yazabiliyorum ne de sobe işleriyle ilgilenebiliyorum. Sebebi beni bekleyen ev,okul ve iş işleri :( Sanmayın ki bilerek..değil, billahi.

-Kocamın yaptığı işleri heyecanla destekliyorum. Hayatımıza renk katıyor onun projeleri. Neredeyse hergün yeni doğan birbirinden güzel bebekler onun işi, nasıl heyecanlanmayayım. Sinema tv işi de pek güzel ama başka itiraflarım var.

-Katalog çekimlerindeki çıtır mankenler çok güzeller, çok çıtırlar ama zeki zeki bakanını daha görmedim. Olsa zaten sütyen için mankenlik yapmazlar diye düşünüyorum. Ayrıca kocamın popüler mankenlerle çekilmiş fotoğraflarının sosyal paylaşım sitelerinde dolaşmasıyla çok eğlendim. Herkes arıza çıkaracağım sandı ama ben kıkır kıkır gülüyordum bu işe. Sebebi malum.

-Sinema tv sektörü dostluk arayan iyi kalpli insanlara göre değil. Herkes birbirinin kuyusunu kazıyor ve herkes alabildiğine çıkarcı. Büyük olmak için çok büyük pislik olmak şart. Bu nedenle Çağatay "büyük" olamaz.

-Uykusuz gecelerin sabahında hazır kahvaltı masasıyla karşılaşmak elmas madeni bulmak gibi birşey.

-Annemin İzmir'de oluşuna, İzmirdekilerin burada olmayışına çok üzülüyordum başlarda. Bizim ailede çocuk olan ev hergün kapıdan ziyaret edilir, anneye "bir ihtiyacın var mı" diye sorulur.İstanbul' da yok böyle şeyler. Amaaannn geçti gitti. Ata büyüdü herkes büyüdü.

-İkinci çocuğa hazırım. Hatta üçüncüye...dördüncüye...

- Katı gıdaya geçerken yaşadığım stres ne gereksiz bir şeymiş yahu! O stresin varlığını algılayan oğlum "ulan bu yemek yemek kazık gibi zor bir iş galiba" dedi galiba. O da strese girdi sayemde. Halbuki ver gitsin, yemiyorsa da kapı gibi anne sütü var oysa. Açlıktan ölmezdi herhalde. Ne acemiymiymişim :)))

-Sağlık ocağındaki "2-3 saatte bir emzirin" diyen hemşirelere uyduğum için çok pişmanım. Gece kalkıp kalkıp mışıl mışıl uyuyan Ata'ya emsin diye neler yaptım. Ayağını gıdıklarım, bacağını hafif hafif cimcikledim. Neymiş, uyansın emsin miş. Eee, 3-4 saat içinde acıkınca zaten kalıyor, ağlıyor. Onu bekleseydim ya! Ne salağım.

-Doğum yaptığım hastanede, uyuyan minicik oğlumu uyandırmak için bacağını hart diye cimcikleyen hemşireye uçan kafa atmadığım için de çok pişmanım. Zaten orası garip bir yerdi, bir daha da işim olmadı çok şükür. Ameliyattan sonra emzirmek için yanıma döndürmeye çalışan başhemşireye de lazımdı o uçan kafadan bir tane. sızım sızım sızlayan bir kesik, yanıma dönmemi bekleyen zebani bir hemşire, dönemeyen bendenizi hırpalaya hırpalaya çevirirken yüzümün buruştuğunu görünce " eee, anne olmak kolay değil" demişti. Söylemesi kolay tabi.

-Doğumdan sonra 7. ayımda regl olunca salya sümük ağlamıştım. Sütüm kesilmesin Allaaam noolur diye :)Gülüyorum aklıma geldikçe ...

-İnek sütü içmeyen oğlumu bu konuda üzmüyorum ve üstüne gitmiyorum. Kalsiyumun tek kaynağı inek sütü değildir. Belki de vegan olacak kendisi, ne malum :)))

- Şimdiki aklım olsa, "hava soğuk çocuğu dışarı çıkarma" diyen bizim köylüleri dinlemez arabaya atlar atlar gezerdim. Tek başıma, mek başıma, hayat zaten tek başına...

-Bana bir iki çocuk yetiştirip, son yetiştirdiği çocuk 50 sine gelmiş kadınlar tarafından pedagogluk taslanmasından hoşlanmıyorum.

-Çalışmaya başlayınca zeka puanım arttı.

-Mutfakta bazen tam bir faciayım. Bazen de Emine Beder teyzeme nal mıh toplatacak kadar iyi olduğumu düşünüyorum.

-Okuldayken Ata ile bağlantım kesiliyor. Pek aklıma gelmiyor onca çocukla uğraşırken.

-2007 başladım blog tutmaya. Ata'ya hamileyken tuttum bir ara, yine doğunca bir ara...Hiçbiri yok, sildim. Çünkü mutluluğumuzu ve oğlumuzu kıskandığını bildiğim pek fena hanımlar vardı etrafta. Yazmadım olanı biteni. Yazın yapacak iş bulamayınca Aylin Anne blogunu açtım. Ata' nın hikayelerini bu nedenle yazmadım, fotoğraflarını yüklemedim şimdiye kadar. Bu mecburi güvenlik önlemine hayli içerlemiştim ama iyi de yapmışım. Zaten çok eski ve gizli bir blogum var Ata için. Oraya yazıyorum sırlarımızı :))) Nasıl fikir ama ???

Amma doluymuşum meğer. Of of of offff! Çok iyi geldi itiraf etmek. Teşekkürler İrem.

10 Şubat 2011 Perşembe

Yeni Anneye Manifesto

Bunu ilk gördüğümde çok beğenmiştim Paylaşmak isterim. Çok güzel bir şey hazırlamışsın İrem tebrikler.

Benim annem Aylin Anne olsa

SlingoMom İrem sobelemiş beni... İlk fırsatta yanıtlayacağım dedim, işte yazıyorum.

Sormuş:

1. Siz , kendi çocuğunuz olmak ister miydiniz?
2. Hayır ise, bunun ne kadarı siz’den kaynaklanıyor?


Hadi buyur bakalım yanıt ver Aylin hanım.

1. Evet isterdim.

Çalışan bir annenin çocuğu olarak anneye hasret büyüdüm ben. Çalışma hayatı, işler, sorumluluklar, hasta bakımı, yollar, hastaneler, hastalıklar ve uzaklarla geçti zaman ben küçükken. Hayatın en zor yılları olarak tanımlıyoruz o zamanları ailecek. O nedenle bilinçli olarak ilk hedefim anne olmak ve yarım yamalak geçen o güzel zamanları kendi anneliğimle telafi etmekti. Psikolojik tarafımdan çok eminimdim anlayacağınız.

"Aylin sıcak bir anne ilk başta. Oğluyla oturup uzun uzun oynayan ve paylaşan bir kadın. Herşeyi anlatan, konuşan, oğluna dokunan ve dokunmasına bayılan bir anne. Ev işlerinde titiz ama çok da dert etmiyor söz konusu Ata' nın oyuna çağrısı olunca. Arkadaş gibi ama çok da belli anne gibi. Herşeye özen gösteriyor ama evham yapmıyor, yapsa da çaktırmıyor. Dr.Ayça hanım bile "stresinizi yansıtmıyorsunuz ve pozitif bakmaya çalışıp Ata' ya güç ve neşe veriyorsunuz" gibisinden möhüm bir cümleyle Aylin'i motive etmiştir. Hayata başlarken iyi bir yol arkadaşı yada yaşam koçu galiba Aylin Anne. Ata' sına abartmadan yada kısmadan gereken ne varsa vermeye çalışıyor. Bütün bu oyun, eğlence, emzirme, aynı odada uyuma, zırt pırt bakıcıya, ona buna şuna bebeği bırakıp dışarıya kaçma gibi konulardaki bakış açısının anneye hasret büyümekten kaynaklandığını çok iyi biliyor. İyi ki de öyle olmuş diyor. Yoksa anneliğin de Ata' nın da kıymetini bilemezdi herhalde. Ne demiş büyük mutasavvıflar "derdim dermanımdır".O nedenle kendisini anneliği bırakıp kaçma, bekarlığı özleme, ay çok sıkıldım, yapamıyorum bu anneliği galiba gibisinden tripler içinde göremezsiniz, pek mümkün değildir. "

Annenizin ve anneliğinizin kıymetini bilin derim. Son sözümdür.

Şirinlere bakın :)





İşte favorim: Charlie bit me! :)




İyi seyirler

Bu çocuk sizden değil di mi?

Kuzenim Lerry 35 inden sonra ikinci çocuğa niyetlenip güzeller güzeli bir kız çocuk doğurmuştu. Ebru (fotoğrafları slaytlarımda var) öyle güzel öyle güzeldi ki bunun ileride annesinin başına erkeklerden önce farklı sosyal sorunlar açacağını kimse tahmin edemedi. Çünkü Ebru sapsarı saçlı ve masssmavi gözlüydü.Açık tenli ama koyu renk saçlı bir anne ,yeşil gözlü esmer bir baba da söz konusu olunca ilk ayın ardından garip garip diyaloglar gelişmeye ve etraftan saçmalık boyutunda sorular ve yorumlar gelemeye başlamıştı.



Kuzen bir ara, "mavi lens alıp saçlarımı sarıya boyatacağım, yeter" demişti. Amanın, ne üzülmüştüm o haline. İçin için dert etmiştim kızının ona benzememesini, benzetilememesini. Anne olarak çok çabuk incindiğini gördükçe üzülmeden edememiştim.

Öyle üzülmüşüm ki aynısını şimdi ben yaşıyorum, hahahahahaa. Güldüğüme bakmayın, çok zor bir durum bu aslında... Buradaki fotoğrafa bakarsanız Ata' nın nasıl da sarı annesinin ise aksine nasıl da koyu renkli olduğunu göreceksiniz.

Bize bakıp bakıp ana-oğul olduğumuzu anlayamayanların tepkileri ise şöyle:

(Uzun bir müddet süzdükten sonra,duraksayarak) -Annesi misiniz?
-Siz nesi oluyorsunuz?
-Bakıcısı mısınız?
-Annesisiniz galiba, hiç benzemiyorsunuz.
-Baba mı sarışın?
-Ailede kim var mavi gözlü?
-Bebek sizin mi?
-Baba sarışın sanırım...
-Size hiç benzemiyor.

..ve daha niceleri. En başında ÇAğatay'a çok bzeniyordu Ata. Arkadaşım Ayşegül söyledi, o da biz belgesel de izlemiş, bebekler ilk 1 yıl babalarına çok benzermiş. Doğanın bir gereği herhalde. İşte Ata da klonlanmış gibi benziyordu. Ama sapsarı ve maviş olunca kimse şıp diye benzetemedi Ata'yı. En fecisi ben siyah saçlı olunca yapılan pek çok yorumda "siz hiç benzemiyor" lafını duymam ya da bir şekilde bunun ima edilmesi oldu. İlk aylarda bunu çok kötü bir densizlik olarak görüyordum. Çoğunda içim cızzz ettiriyordu, hatta hatta "size ne yahu" diye bağırasım geliyordu. Herkesin bebek polisi gibi davranmasına illet oluyorum ne yalan söyleyeyim.

Sonra gittim mavi lens aldım bir ara. Sırf şu illet olduğum cümleleri duymamak için. Çünkü kim mavi gözlü diye sorulunca "benim amcalarım, babannem, dedem..." diye hesap vermekten de gına gelmişti. Sonra sonra biraz alıştım gibi espriye vuruyorum bazen, bazen çok gülüyorum.Aslında bana çok benziyor Ata. İnsanlar dümdüz düşündükleri ve dikkatsiz oldukları için renklere takılıp kalıyorlar bence! :))) Sinirden gülüyorum şu an.



Hergün yolumuzu kesip Ata' yı sevenlere hesap veriyoruz, şu maviş, baba sarışın, yok anneye benzemiyor, bilmem ne bilmem ne...En fenası geçen gün oldu :))) Taksiye bindik, taksici bir müddet Ata ile beni inceledi, sonra Çağatay' a baktı :))) Ata' yı sevdi filan... Sonra;
- "Abi çocuk ikinizden de değil ama di mi" dedi Çağatay 'a :)))))))))) Ona neyse?????
-"Niye böyle dediniz" diye sorunca,
-"Yenge valla size hiç benzetemedim, olsa olsa bir başka anne yada babadan olabilir diye düşündüm" dedi. Adama bak, sanane be adam, ben senin secereni inceliyor muyum, kimdensin, neredensin!!!
-"Tanıştırayım, yanınızda oturan bey babası, arkanızda oturan kadın ise anası, siz renklere değil, desene bakın, annesinin ayyyyynısı" dedim. Ekledim;
-"Şoför bey, bunu bir önceki sene duymuş olsaydım mahkemelik olurduk sanırım sizinle. Çünkü bu kadar ileriye giden hiç olmamıştı".
-Şoför: tssssssssss


Ama yine de aklıma geldikçe bir tarafım cız bız oluyor işte. Ne demek ya! Hiç tanımadığım insanların bu kadar da ileri gidip oğlumla olan gizli bağıma dadanmalarına dayanamıyorum. Zaten aylarca Çağatay'a çok benziyor nağmelerini sıkça dinledim. Onadan da gına geldi. Sen 9 ay karnında taşı, özene bezene büyüt, etrafındakiler bir gıdımını bile annesine benzetemesin veya benzediğini görmek istemesin Nedense????????????? "Bir de sana hiç benzemiyor" gibi gerzekçe bir yargı renk farkından dolayı eklenince , eeh müsadeyle, bana da arada geliyorlar yani! O bana benzemiyorsa ben de ona benzerim deyip barbie sarısı saçlar ve lens mavisi gözlerle çıkmayayım sokağa! Bu kadar da yorum yapmayın be kardeşim! Allah alllaaaaaah :))))

Sona doğru asabiyet yaptım belki ama öyle. Uyuz oluyorum.Gıcık oluyorum. Sinir oluyorum. Geçmiş fotoğraflarına bakıyorum. Ohhhooooo aynı ben, babaya şöyle bir benziyor. Tek farkımız renklerimiz.

Farkedemeyenin eline sözlük, gözüne gözlük lazım!

Oh be!

Haydi görüşürüz :)))

9 Şubat 2011 Çarşamba

Ata 17 Aylık

Ata 17 aylık oldu bugün.

Anne sütüne devam ve tabi duvarları alabildiğine karalamaya da. Sonracığıma inek sütünü reddetmeye de devam alabildiğine. Yumurtayı şekilden şekle sokup, "aaa, ne cici mama, hadi yiyelim" demeye de...

Sosyalleşme rekoru kırdık bu ay. Hergün bir arkadaş ziyaretinde ya da sokaklardaydık. Garsona "bu çaa" (çay) diyerek bizi gülmekten kırıp geçiren, yolda giden arabalara "baa baa" ( Türkçe güle güle demeye kıran mı girdi yavrum ya!!! :( neyse...) diyen, sarışın hanımların albeniside sıkça kapılıp hoooooop diye kucaklarına atlayan, çantamda bir kepçe, bir kamyon, bir de Ferrari' yle gezme lüksü yaşatan, kafasına göre evin içinde saklanan, kaybolan, bulmayınca bozulan, evin tamamını kendine tahsis ettirip yatak odasında bir köşeyi bize ayıran, bulaşık makinesinin içine girmeyi, çamaşır makinesini defalarca çalıştırmayı deneyip başaran, spagetti ve pilavı elleriyle yemeyi seven, bardağındaki suyu bitirmeye ramak kala elini sokup muzırca gülen, her defasında bezine bakıp kakasına "cici" diyen, günde 648 defa anne ve baba diyen, bir o kadar da "amini" yani "al beni" diyen, her defasında kucağıma alırken öptüğüm, saçlarını elimle düzelttiğim, poposunu yıkarken, yüzünü silerken, banyosunu yaptırırken beraber ıslandığım, vinç, kepçe vblere bakmaktan garip bir sevinç duymayı öğrendiğim, kedilerin dostu, kuşların hamisi, evimizin neşesi, hayatımın anlamı, canımın içi, kalbimin tam ortası, güzel yüzlü, güzel bakışlı, kibar gülüşlü, yakışıklı, sarışın, mavi gözlü oğluma, Ata'cığıma "hayatıma her an kattığı güzellikler için" sonsuza kadar teşekkür ederim



İyi ki varsın yavrum.

Sana aşık olan annen Aylin