28 Temmuz 2011 Perşembe

Süpriz

Blogumu blogspottan .com ' a taşıdım :)

Artık yeni adres: aylinanne.com

Beklerim

Mutlu ve Direnen Anne Olmak

İnsanın yaşadığı şey çok olunca yazacakları da bol oluyor. Son günlerde İzmir'de tatilde olduğumuz için epey plansız programsızız. Bu nedenle düzenli olarak yazamıyorum. Zaten tatillerde oturup düzenli olarak iş yapılmaz diye düşünüyorum. Kafaya estiği gibi yaşama özgürlüğünü bir nebze olsun bu zaman diliminde gerçekleştirmiyor muyuz?

Şu da var: düzenli olarak yemeye, içmeye, kitap okunmasına, resim yapmaya, parka gitmeye ve banyoya alışmış bir minik adamla yaşıyorsanız, evet, düzenli olarak iş yapmaya devam edersiniz.

Sabahları yine 6 da ayaktayız. Kahvaltıdan sonra dedesiyle oyun oynadığı için son derece mutlu. Oyun ki ne oyun... Dünyadan kopup ayrı bir boyuta geçiyor her ikisi de. Ben böyle candan yürekten oyun oynayan bir dede çok az gördüm. Oğlum Ata, çok şanslısın, kıymetini bil, diyorum sürekli. Akşam olunca parka gidip, evin bahçesinde keşfe çıkıyorlar. Bütün bunlar ayrı bir yazı konusu tabi :)

Kuzen Ebru ile oyun oynuyorlar, eğer dede yoksa. Ablasıyla oynarlarken öyle tatlı ki miniğim... Bugün ona "cannım" deyip gözlerini kısarak gülümsüyordu. Kelimeler kifayetsiz.

Annannesine koşarak sarılıp başını yaslıyor ya... mest oluyorum. Sonra yengesi ve dayısıyla her akşam yemeğinde kıkırdaşması apayrı bir mutluluk kaynağı. E, ben de bu sayede epey hafifledim anlayacağınız.

O mutluysa ben de mutluyum.

Ah! Tabi kantara çıkınca öyle değil. İzmir semalarına inerken 59 kilo olan bendeniz, annemin, kuzenlerimin, halamın ve bilumum akrabamın "ye, ye , ye" ısrarıyla 3 günde 1 kilo almışım. Bugün hemencecik kısa bir birifing verdim naçizane :P

Birileri bu çılgıncasına yiyen hanımlaraşeker ve işlenmiş karbonhidratların zararlarını yeniden hatırlatmalıydı. Hepsi zehir gibi biliyor neyin ne olduğunu aslında. Ancak uygulamada aksaklıklar var ne yazık ki.

Artık gece yarısı dondurma yenmiyor evde. Yemekten 2 saat sonra meyve yeniyor. Tam tahıllı ekmeğe geçildi. Börektir, çörektir... bebeler için hazırlanıyor.

Oh be!

Böyle sürsün bu sükunet ve de zihniyet. Yoksa hepimizin dalağı, ciğeri erken emekli olacak.

Bakalım haklı direnişim ne kadar sürecek ve ne kadar destek görecek?

24 Temmuz 2011 Pazar

Bıraktım

Geçenlerde anne bloglarını okurken ekoanne' nin son yazısında okuyunca şöyle bir durdum, bir daha okudum, sonra bir daha okudum. Anladığım halde yine okudum. Toz şeker gibi dağılmış olan beslenmemi adam edecek bir yazı olunca, hızımı alamadım, bir daha okudum. Ara ara açıp okuyorum hala daha...

Hatırlarsanız, yorgunluk, kas ağrısı, unutkanlık, depresyon gibi şikayetlerimin asıl nedeninin magnezyum, folik asit, b 12 eksikliği olduğunu yazmıştım. Bilgileri topladıkça daha iyi kavrıyorum niçin böyle olduğunu. Hamur işine yüklenen, sürekli ekmek, açma, börek ıvır zıvır yiyen ben, mineral ve vitamin rezervlerimi hızla tüketmiştim. Hafıza ve dikkat sorunlarımı da eklersem 2. aşamaya kadar gelmiş bir tüketimden bahsediyorum burada. Sürekli işlenmiş karbonhidrat tüketimi hızla tükenmesine sebep oluyorlardı.



Geçen hafta kaç tane doktora gittim, muayene oldum. Sorular sordum, yanıtlar aradım. Yahu bu doktorlar nasıl beslendiğimizi niçin sormaz,bilgi vermez anlatmaz, arayıp bulmak hep bize düşer. İnsan sağlığı 5 dakika ilgi ve muayene ücretine mi bağlı yani! Daha önce karar verdiğim gibi: uzman bir diyetisyene giderek bilgi alacağım. Başka seçenek kalmadı.

Neyse.

İşlenmiş karbonhidratları yazıyı okur okumaz attım hayatımdan. Sanki daha önce hiç bilmiyormuşum da yeni haberi olmuş biri gibi tepki vermem çok garip. Ama sanırım bilinçli olarak tekrara ve daha bilinçli bir bakışa ihtiyacım vardı. İyi oldu sevgili ekoanne sağol, varol, nurol. Kendisi dikkat etmeye başladığından beri -ki 2 çocuk annesidir- 7.5 kilo vermiş. Bravo doğrusu. Müthiş gaz verdi bana anlattıkları. Bakalım ben ne kadar kilo vereceğim?

2 gündür dikkat ediyorum. İşlenmiş karbonhidrat almayı bıraktım. Sabah, öğlen ve akşam 1 dilim ruşeymli ekmek dışında işlenmiş karbonhidrat denen zımbırtıdan uzak duruyorum. Magnezyum ve b12 için ruşeymli ekmek iyi bir kaynak aynı zamanda. Börek, çörek, pilav, makarna yok. Şeker, asitli içecek, cips, kahve, tadlandırıcı zaten yoktu.



Doğada az bulunan şeker, un ve tuzu az ve dikkatli tüketmek gerekiyor. Bol bol meyve ve sebze ağırlıklı beslenmek gerek klişesinin neden bu kadar "hayati" olduğunu bile bile bir kez daha kavrıyorum.

Peki, 2 günde ne değişti?

Hafifledim :)

Bakalım İzmir' e annemin evine gidince neler olacak? ;)

21 Temmuz 2011 Perşembe

Çizgi filmlerde siyaset ve ırkçılık




İki gün önce öğle saatleriydi. Meyve tabağı hazırlamak için mutfaktaydım. İçeriden Ata' nın panikle beni çağırdığını işitince koşarak yanına gittim. Nasıl olduysa benim akıllı oğlum açık olan Luli'yi değiştirmiş bambaşka bir kanala geçmişti. Ekranda bir çizgi film vardı.

Bir asker...
Başındaki şapkasında bir bayrak ...
Omzunda bir roketatar
Hedef aldığı şey ise top oynayan çocuklar.
Eyvah çocuklar ıvuracak, hemen kanalı değiştireyim derken, güm diye çocukların topunu vurdu.
Fonda gerilimli bir müzik...
Kötü kötü kahkalar atan bir asker,
Ağlayan çocuklar.

Kısacası yönüyle dehşet bir çizgi film. 2 dakika bile sürmeyen izleme süresinde olan biten buydu. İzlemesin diye Ata'yı kucağıma alıp televizyona sırtını çevirmiştim.

Hemen kanalı değiştirdim ancak tam 2 gün oldu, hiç aklımdan çıkmıyor.

Sorumlar soruyorum sürekli...

1.Bir ulusun yaptıklarına karşı olunabilir, sevilmeyebilir. Ben de onaylamıyorum çoğu şeyi. Ancak o ulusun yaptığı çirkinlikleri çocuklara anlatmanın yolu bu mudur?

2.Küçücük beyinlere savaş yerine barış anlatılmalıyken, neyin nesi bu kötü asker ve roketatar?

3.Bu çizgi filmi yapanların amacı nedir?Yüzyıllardır bitmek bilmeyen bir kavga için yeni militanlar mı yetiştirilmek isteniyor?

4.Niçin yetişkinler çocukları serbest bırakmazlar ve illa ki kendi inanışlarını kopyalayıp yapıştırmak isterler?

5.Rtük ne diyor bu işe?Ülkemizdeki çizgi filmleri, çocuk yayınlarını "gerçekten" denetleyen birileri yok mu?

6. Ya daha berbat bir sahne denk gelseydi... Ekran başındaki binlerce miniğin yaşadığı travmanın hesabını kim ödeyecek?

7. Çocukların tv izlediği bir saatte ırkçılık, şiddet, siyaset içerikli çizgi filmleri yayınlandığından kimsenin haberi yok mu acaba?

8. Bu ülke ne zaman kendi özdenetimini sağlayacak????

9. Savaşın, nefretin, kötülüğün propagandasını yapmak kimin işine yarar?

10. Bugün roketatarla çocukların topunu vuran askeri gören, yarın eline tabanca alıp adam öldürmez mi???

Kanal yöneticileri, film yapımcıları... Durun ve düşünün! Yaptığınız küçük çocukları şiddet meraklısı yapmaktan bir adım öteye gitmeyen şeyler. Politik meseleler ve savaşlar küçük çocuklarla çözülmez. Savaşı değil barışı anlatın ki gelecekte barış adamı olsunlar.



Barış ve selametin yolu eli silahlı kötü adamları göstermekten geçmez.

20 Temmuz 2011 Çarşamba

Ata' nın doğumundan bugüne kullandığım ürünler -2

Tupperware Suluk:
Anne memesini andıran çocuk dişlemediği veya parçalamadığı sürece akıtmayan, damlatmayan suluk. Çok tavsiye ederim. Diğer özelliği de içinde kötü petrokimyasalların olmayışı. Suyla çözülen zararlı plastik maddeleri sağlığı tehdit ediyor biliyorsunuz. Pet şişe yada herhangi bir suluk kullanmak yerine bu suluğu kullanmak çok iyi olabilir.


Tupperware Çatal Kaşık:
Sulukta olduğu gibi BPA free olup kötü ve kanserojen petrokimyasallar olmadığı için gönül rahatlığıyla bebeğimin beslenmesinde kullandım. Kullanıyorum. Özellikle çatalını Ata çok rahat kullanıyor. Kaşıkta minik bir sorun var. Sapı ucundan çok ağır olduğu için pat diye ters dönüp düşebiliyor. Yemek sırasında fazladan silme mesaisi yaşatıyor. Keşke daha hafif olsaymış.


Baba sling:
Birbirinden farklı taşıma seçenekleriyle Ata'yı bunda taşıdım. İlk aylar çok keyifliydi özellikle. Sling arayanlara özellikle tavsiye ederim. Dışarıda rahatça emzirmek bu sling ile çok mümkün.


Baby Björn Yazlık Kanguru:
Ata'yı sıcak havalarda bu kanguruyla taşıdık. Hava alması, yıkanabilir olması ve ergonomik oluşu nedeniyle çok rahat etmiştim. Neredeyse 9-10 kiloya kadar taşınabiliyor.

Tupperware suluk:

Chicco Trio Auto Travel Sistem:
Doğumdan itibaren arabada taşımak için kullandığım ana kucağını pusete monte edip taşıdım. Diğer parçası olan living portbebe ise 6. aydan sonra yaptığımız uzun seyahatlerde rahatça uyumasını sağladı. Puset ise oldukça kullanışlı.Baston puset oluşu, ayarlanabilir kollarının olması, soğuk havalarda örtecek ve yağmurdan koruyacak aparatları ve her parçasının yıkanabilir olması nedeniyle çok rahat etmiştim. Bugünlerde satmayı düşünüyorum. Almak isteyenler bana mail atabilir.Fotoğrafları aşağıdaki gibi






Weewell Telsiz:
Uyuduğunda kapıyı kapatıp işe güce dalmam gerektiğinde yanımda bulundurduğum bir üründü. Çok basit bir kullanımı var ve arkasındaki kancasıylayatağının bir kenarına iliştirebiliyordum. Yastığının yanında yer kaplamıyordu. 1 yaşından sonra pek kullanmaz olduk, çünkü Ata "anneeee" diye çığırmayı şahane bir şekilde başardığı için sesini telsize gerek kalmadan bana duyuruyordu :) İlk bir yıl çok işe yaradığı kesin. Tavsiye ederim.


İkea Mama Sandalyesi:
Uzun uzun yazmaya gerek yok: her eve lazım. Praik, ergonomik, yıkaması, temizlemesi kolay... E, daha ne olsun.


Kraft Mama Sandalyesi:
Biz katı gıdaya 5. yada geçtik. Henüz dik oturtmadığımız için bu mama sandalyesi sayesinde geriye doğru yatırarak rahat bir duruşla yemeğini yedirmiştim. Başını arkaya dayayabildiği için ve ayaklarını rahatça uzatabildiği için hala bu sandalyeyi tercih ediyor. Ancak yaz aylarında çok terletiyor. Başına ve sırtına havlu sererek oturtmak lazım. Bu ürünün tek devavantajı o. Kolay silinebilen bu sandalye katlanabiliyor ve o zaman daha az yer kaplıyor.


İkea Mammut Sandalye:
Hamileyken almıştım. Rahatça oturup ayakkabılarımı giyebiliyordum. Girişteki kırmızı duvar süslerimizin altında çok şirin durmuştu. Ata'cım da çok sevdi bu sandalyeyi. Bugünlerde lavaboya uzanıp ellerini yıkamak ve dişlerini fırçalamak için bunu kullanıyor. Dışarı çıkarken ise üzerine oturup keyifli keyifli bizi beklediğini görmek mutluluk verici :)


Funnababy sünger koltuk:
Tv izleme koltuğu olarak kullanıyor. Odasında durduğu zaman ise oturup kitap karıştırıp gitar çalıyor, genç delikanlı :) Yıkaması kolay, ergonomik ve üzerindeki deseniyle çok sevimli bir koltuk. Almayı düşünenlere tavsiye edebilirim.

Konumuz:tuvalet eğitimi

Tuvalet eğitimi denince sanki planlı programlı, verilen bilgilerden sonra hemen bebek tarafından uygulanacakmış gibi bir şey anlaşılıyor. Sanırım burada kullanılması gereken kelime "süreç". Tuvalete alışma süreci desek daha uygun olur gibime geliyor. Annenin daha az stresli ve çocuğun daha uyumlu olabilmesi adına bu gerekli sanki...

Bugünlerde Ata'yla akran çocuğu olan hangi anneyle karşılaşsam konuştuğumuz tek konu tuvalet. Cebimde ne varsa paylaşıyorum yüzyüzeyken. Şimdi hepsini derleyip yazılı olarak paylaşmak isterim.

Eğer anal dönemin sorunsuz, tuvalet eğitiminin en az stresle gerçekleşip yaşanmasını istiyorsak dikkat etmemiz gerekenler var. Önce çeşitli kavramları dizelim.

- Türe özgü hazır olunuşluk kavramı: Örneğin insanoğlu en erken 9-10 aylık olduğunda ayağa kalkıp yürüyebilir. Kuşlar belli bir olgunluğa erişmeden yuvadan uçamaz.. vb gibi.

-18-24 ay çocuğu: Bu çağın en büyük özelliği agresif inatçı olmaları, daha hızlı yürüyebilmeleri, koşabilmeleri, cümle kurabilmeleri, bağımsızlık duygusunu yaşamaya başlamaları, ben, bu benim, ve hayır kelimelerini çok sık kullanmalarıdır. Dr. Harvey Karp bu bu aylardaki çocukları neandertal çağdaki adamın düşünüş biçimiyle yakınlaştırır. Neandertal adamın tuvalet konusundaki en büyük özelliği ise; evinin bir köşesinde, gizlice ve sessiz sessiz tuvalet işini halletmesidir. Bu aylardaki çocuklar bu nedenle çişini kakasını haber vermez diyor Dr. Karp. Türe özgü hazır oluş gerçekleştiğinde haber verir ve hatta gidip tuvaletini yapar diyor.

Ata 22 aylık minik bir adam. Tuvalet konusunda denediğimiz şeyler vardı. Örneğin kakasını çöpe atmadığımı, sakladığımı söylemiştim 15. aylarda. Bu onun bana güvenini sağlamak içindi. İleride çişi ve kakası geldiğinde, onun bu değerli "şeylerini" alıp yine ondan uzaklaştırmayacağımı bilmesini istedim.

Anal dönem çok zor bir dönem, hocalarımızın anlattığı kadarıyla. Bu dönemde oluşacak kompleksler çocuğun ileride hayatını olumsuz yönde etkileyebilir. Aile aşırı baskıcı bir tutum sergilediği takdirde çocuklarda saldırgan davranışlar, öfke patlamaları, bağımlılık, titizlik ve aşırı inatçı olmak gibi şeyler ortaya çıkabilir. Tabi burada bahsettiğim süre ertesi gün değil ergenlik ve sonrası ...

Tekrar Ata'ya dönelim. Ne alemdeyiz? 22. aya gelene dek sabahları ve akşamları düzenli olarak çiş ve kaka için oturttuk. Sohbet ettik, şarkılar söyledik. Bazen bu hoşuna gitti, bazen hemen bitsin istedi. Çoğu zaman bakıcısı Ayşe hanım'a "çiş yapalım" dedi. Çişe gidildi 1 kaşık çiş yapıldı veya yapılmadı. Bu arada sıcaklar bastırınca bezden bunaldı ve bağlatmak istemedi.

Ben de herşeye hazırladım kendimi ve evde mümkün mertebe bezsiz gezdirdim. Çoğu zaman çişini ve kakasını yaptıktan sonra haber verdi Ata. Bu bence çok normal. Çünkü henüz dil ve kavram gelişiminde "gelecek" ile ilgili birşey yok ki... Olup biteni anlatıyordu şimdiye dek. Baba geldi, anne gitti, güneş battı, su içtim... gibi Bu nedenle ondan "şimdi" ve "gelecek" ile ilgili birşey söylemesini bekleyemem. Örneğin dün sadece şortuylaydı. Mutfakta meyve tabağını hazırlarken beni telaşla "anne! anne! canımmm, cannnımmmm!" diye çağırdığını duyunca koşarak geldim ki ne göreyim. Benim beyaz koltuklar olmuş kahverengi :) Ata'cığımın yüzündeki korku, mahçup bakışlar, telaş ve utanmayı size anlatamam. Yapmıştı, haber verecekti ama heryerin batmasından öyle rahatsız olmuştu ki... Önce kocaman yutkundum manzarayı görünce, sonra Ata'yı kucaklayıp banyoya götürürken "Bunlar olur Ata'cım, hiç sorun değil. İstersen kaka yapmaya başlayınca beni yanına çağır. Ama üzülme. Sen yaparsın, hepsini söyleyeceksin. Sana inanıyorum" Anlasa da anlamasa da bunları söyledim. Banyo yaptırırken üzerinden akan kirler mahcubiyetini daha da arttırdı. Sanki çok kötü bir şey yapmış gibi üzügün bir hali vardı. Yine, "suyla temizlenmek ne güzel, la la lal lal laaa :))) Bak artık daha rahat hareket edebileceksin canikom" dedim bol bol. Buna rağmen gece uykusunda "anne kaka yaptım" diyerek ağlamaya başladı.

Ne kadar hassaslar, dikkat etmeye rağmen hasarsız olmaması mümkün değil demek ki...



Her öğrenmenin beraberinde bir "kırılma" getirdiği açık bir gerçek sanırım.

Şimdiye geldiğimiz nokta bu. Eminim ki 24. ayda ve devamında Ata geldiğinde söylecek yada düzenli olarak oturmaya daha kpolay uyum gösterecek.

Gerekli şey biraz zaman biraz da sabırdır diye düşünüyorum. Siz ne dersiniz?

19 Temmuz 2011 Salı

Magnezyum, B12, Folik Asit Yetersizliği ve İlaçlarım

Uzun süredir halsizlik, yorgunluk, uyku sorunları, baş dönmesi, çarpıntı ve benzeri bir dolu şikayetle yaşıyordum. Hepsini yaşadığım depresyona bağlayıp sürekli olumlu telkinlerle ayakta durmaya çalışıyordum.

Meğer durum başkaymış annelerim.

Sabah uyandığımda ayaklarımın üstüne basmakta güçlük çekiyordum. Geçen hafta bu tür şikayetlerim şiddetlendi ki, ciddi ciddi yürüyemez oldum. Kaslarım tutulmuş, ayaklarım birbirine dolanır olmuştu. Bir kaç gün kıpırdamadan yatıp iyileşemeyince anladım ki bu işte bir iş var. Nörolojiye gittik. Testler ve tahliller sonunda anlaşıldı ki sebep alt sınırda seyreden magnezyum, b12 ve folik asit miktarı. Hemen takviye yazdı doktor. Aklıma "20 aya yakın bir emzirme süreci yaşadım, onun etkisi var mıdır" diye sordum. Doktor "çok fazla etkilemez" dedi. "İyi de ben kendini sürekli ihmal eden biriyim, takviye ilaç almadım ki..." dedim. Cevap olarak "Etkilemeeeezzz" demesin mi???! Uzatmadım.



Ama ilk fırsatta okudum araştırdım. Adım gibi eminim ki, sebebi uzun süre emzirmeyle vücuttan eksilen mineral vesaire kaybı. Yerine yenisi koy(a)mayan ben artık neredeyse kötürüm olmuştum. Sorun buydu bence. Emzirme döneminden sonra da homini gırtlak yemeye devam ettiğimi görenler bilirler. Demek ki takviye almaya ihtiyacım varmış, dengeli değilmiş beslenme biçimim. Uzmana danışsaymışım keşke.

Daha bilinçli ve sağlıklı bir anne olmak zor değil aslında. Emziriyorsanız aklınızda bulunsun;Beslenme ve Diyet UZmanıDilara Koçak yazmış.
Emziren Annenin Beslenmesinde Dikkat Etmesi Gerekenler.

Vücudunuz 1 ml süt salınımı için yaklaşık 7 kalori harcar.

  • Protein yeterli miktarda alınmalıdır. Özellikle balık haftada en az 2 kez tüketilmelidir.

  • B12 vitamini süt verimliliği için önemlidir. En iyi kaynağı ise, yağsız kırmızı et ve yumurtadır.


  • Kalsiyumun yeterli alınması, annenin kemik sağlığı için önemlidir. Kadınlardaki osteoporoz riski unutulmamalıdır.


  • Folik asit gebelik döneminde olduğu kadar, emzirme döneminde de önemlidir. Yeşil yapraklı sebzeleri bol yemek gerekir.


  • B vitamini tüketimi de yeterli olmalıdır. Bunun için tam buğday, bulgur ve kuru baklagiller tercih edilebilir.


  • Magnezyum ve çinko her kadın için yaşamın her döneminde önemlidir. En iyi kaynaklarından biri ise fındık‘tır


  • D vitamini anne sütünde yeterli değildir. Bebeğe yapılan takviyeye rağmen, güneşli havalarda her gün 15-20 dakika açık havaya çıkarmak, bu vitaminin sentezi için faydalı olur.


  • Kompostolar şekersiz hazırlanabilir. Bunun için meyvelerin doğal şekeri yeterlidir.
    Demir eksikliğiniz varsa, meyve sularına pekmez veya kuru üzüm ekleyebilirsiniz. Basit şeker tüketmeniz gerekli değildir.


  • Tatlı yemek isterseniz, gaz yapmayacak şekilde sütlü tatlıları tercih edebilirsiniz.
    Süt protein, karbonhidrat ve kalsiyum açısından ideal dengeye sahiptir ve emzirme döneminde süt tüketmeye özen göstermeniz gerekir. Gaz yaparsa, laktozsuz sütleri tercih edilebilirsiniz. Probiyotik ve prebiyotikler de kullanılabilir.


  • Bilimselliği kanıtlanmasa da soğan, ısırgan otu çayı ve malt, süt salınımına genelde pozitif etki yapmaktadır.


  • Emzirse de emzirmese de bir annenin, yetişkin her kadının risk altında olduğu durumlarmış bunlar. Bahsettiğim şeylerin eksikliği küçümsenecek boyutta şeyler değil anlaşılan.
    Peki magnezyum eksikliğinin belirtileri nelerdir? diye soracak olursak:

    Uyuşukluk, uyuzluk, sinirlilik, çarpıntı, dikkatsizlik, kaslarda kramplar, dalgınlık, uyku sorunu, iştahsızlık (bu bende pek olmadı çoğunlukla öküz gibi yemek yeme atakları yaşadım) tansiyonun yükselmesi, kalp çarpıntısı, depresyon, anksiyete, çok daha yüksek dozda magnezyum noksanlığı ölümle bile sonuçlanabiliyormuş.Okumak isterseniz işte hepsi burada Videolu anlatımı ise burada

    B12 eksikliğinin belirtileri nelerdir? Onu da araştırdım. Şöyle:
    Unutkanlık, yorgunluk, çökkün ruh hali, depresyon, el ve ayaklarda uyuşma, çarpıntı, nefes darlığı, kilo kaybı... gibi Konuyla ilgili olarak daha ayrıntılı bilgiyi buradan alabilir, videolu anlatımını buradan bulabilirsiniz.

    Folik asit eksikliğinin belirtileri nelerdir?
    B12 nin hemen hemen aynısı. Depresifim, yorgunum, ay uykum var, bugün ne uyuzum, aç değilim, sersem sepetim. Öyleyim, böyleyim... Hamilelerin folik asit takviyesi yapması şart üstüne şart yoksa spina bfida oluşabilir, aman dikkat.

    Ne yapmalı ne yemeli?

    Liste bulmak mümkün belki ama onun yerine diyetisyene gidip bütün bu eksiklikleri takviye etmenin en profesyonel yolunu seçeceğim. Çünkü kan değerlerimde sadece bu üçü, yani: magnezyum, b 12 ve folik asit düşük. Uzmanın önereceği besinler ve takviyelerle yoluma devam etmek bence en akıllıcası.

    Uzun lafın kısası, ben ettim siz etmeyin sevgili anneler. Beslenmenize çok dikkat edin, kan değerlerinizi ölçtürün, emzirirken takviye almayı unutmayın. Bunca şeyin eksikliği yorgun ve gergin bir anne olarak geri dönüyor. Ata'cığıma ve öğrencilerime karşı herzaman sakin ve sabırlı olmaya özen gösteriyorum iş yetişkinlere gelince öyle olmuyordu vallahi. En ufak şeye dahi sabredemez yada hayattan bir şey anlamaz olmuştum. -Di'li geçmiş zaman kullanıyorum farkındaysanız çünkü takviyeleri almaya başladığım günden bu güne olumlu yönde çok şey değişti. Umarım bir daha kendini ihmal eden enne modeli olmam, dikkat ederim.

    Bir daha yazayım, ben ettim, siz etmeyin, kendinizi ihmal etmeyin.

    16 Temmuz 2011 Cumartesi

    Hijyen Delisi Anne Olmak

    Elimde bez yerleri deli gibi silerken bir yandan da kendi kendime felsefe yapıyordum bu sabah. Efenim; yerler temiz olmalı bana göre, ama ayağımızla bastığımız yerleri yalayan bir oğlumuz var. Onun yerleri yalaması ve ayakla basmamız ile birbirine dolanan kirlenme kısır döngüsünün içindeki yerimi düşündüm. Yerler kirleniyor, Ata yerleri -arada sırada- yalıyor. Aylin Annem siliyor. Yerler kirleniyor, Ata yerleri -arada sırada- yalıyor. Aylin Annem siliyor.Yerler kirleniyor, Ata yerleri -arada sırada- yalıyor. Aylin Annem siliyor...

    Sil babam sil. Babam da siliyor evin yerlerini. Sorun silme kısmında değil zaten. Sorun silmeyi ne kadar kafaya taktığımda.

    "Mikrop ve bakteri denen varlıkları gözlerimle görmüyorum. Bilim adamları benim yerime görmüş, aman daha nesini göreceğim diyordum içimden yine bu sabahki felsefe edebiyatımda. Görenler görmeyenlere anlatmış işte. Bu yerler kirli, bakterisi, mikrobu herşeyi var. Önemli olan bunları bir güzel yok etmek. Bir tur daha mı silsem?..." ne derken, dınk diye durdum.

    Saçmalama kızım Aylin!

    "İşini çabuk bitirip, kendime orta şekerli bir kahve yapıp ve ayağını bacağımı uzatıp keyif yapmalıyım, derhal!!!"

    Aslında beni durduran bambaşka bir şeydi. Dün şahit olduğum şey.

    Ata her allahın günü apartmanın önünde arkadaşlarıyla oyun oynuyor. Oyun denirse tabi. Ata ile Ayşe her ikisi de "bu benim" deme yarılında olduğu için ikisi de birbirinden bağımsız hareket etmeye özen gösteriyor. Neyse, bir de bir yaş daha büyük bir arkadaşları var. O da gelince bu benim yarışı çoğu kez kavgaya dönüşüyor. Diğer çocuklarda geldiği zaman günde en az bir kere kapışıyor bizim çocuklar. Bu karmaşa içinde annelerin müdahalesi ve gürültüsü de eklenince ortalık iyice birbirine giriyor. Çocukların kavgalarına karışmak istemiyorum. Ancak aşırı ve de yanlış müdahalelere müdahale etmek için devreye girmem gerekebiliyor.

    Ama dünki olayda sustum işte. Artık diyecek söz bulamadım.

    Olay şuydu: Apartmanın minik bahçe duvarında oturan çocuklardan biri elindeki yiyeceğini hafiften değdirdi ve elini anında geri çekti. Bunu gören annesi birden on kaplan gücünde bir kadına dönüşüp kükremeye başladı. Herkesin içinde çılgıncasına çocuğunu azarlayan annenin yüzündeki ifadeden ziyade çocuğun hali hiç gözümün önünden gitmiyor. Yüzündeki ifade şuna benziyordu: sanki annesiyle feci bir şekilde tartışıp odasının kapısını dan diye çarpıp kendini yatağına atmış gibiydi. Evet, küçücüktü ama içindeki kapıyı o an annesinin suratına dan diye çarpmıştı. Yüzünü çevirmiş annesinin susmasını bekliyordu. Kendini tamamen kapatmıştı. Bu ilk değildi. Oysa çocuklar böyle minik minik kazalar yapabilirdi. Yerler kirliydi ama unutmuştu işte. Oyuna dalmıştı. Annesinin her seferinde azarlamasından usandığı belliydi. Annenin daha çok küçük olduğunu ve niçin hoş görmediğini bilmiyor, üstelik kızıyordu. Anlaşamayacaklarına göre kollarını bağlayıp başını çevirip susmak en güzel tepkiydi ona göre.
    Anne farketti mi bu halini? Hayır! "Bir daha asla bunu yapmayacaksın, yerler pis, hasta olursun, nedir bu çocuktan çektiğim" vesaire vesaire vesaire....

    Sonra aklıma çocukların okuldaki halleri geldi. Özellikle hijyen takıntılı annelerin çocukları tozla toprakla öyle büyük keyifle oynuyor ki,hele ki ilk zamanlar... Aman allahım, ne büyük mutluluk; karışan yok, nutuk atan yok, çek elini pis diyen yok. Oh, yaşasın özgürlük!...



    "Acaba gözümüzle görmediğimiz mikropları gören bilim adamalrına fazla mı güveniyoruz,nedir?" diye düşünmeden edemiyorum. Oğlumu incitmeye, onu herkesin içinde sarsmaya, kendini sürekli suçlu hissetmesini "hijyen" sebeperden dolayı yaşatmaya hakkım yok.İki gözümle görmedğim mikroplar Ata'cığımla aramıza gireceğine yerlerde sürünmeye devam etsin.

    Kirli ama mutlu ol sen e mi Ata'm. Annen çamurlu ama huzurlu yuvasında bir kahve içmeye gider şimdi. :P



    Haydi kalın sağlıcakla.

    15 Temmuz 2011 Cuma

    Emzirme Danışmanı Beyhan Numan ile Söyleştik

    Sevgili Beyhan hemşire bir emzirme danışmanısınız. Mesleğinizi anlatın bize. Emziren anneler ve anne adayları için çok önemlisiniz :)
    Merhaba Aylin' ciğim. Evet, ben hemşire kökenliyim, yeni doğan yoğun bakım hemşiresiyim. Son 8 veya 9 yıldır da emzirme danışmanlığı yapıyorum. Uzun yıllar Amerikan Hastanesin’de çalıştım. Son 7 aydır da serbest herhangi bir yere bağlı olmadan çalışmaktayım. Emzirme Danışmanlığı ülkemizde çokça yaygın ve bilinen bir şey değil. Yurtdışında ise oldukça yaygın bir birimdir.
    Ben öncelikle emzirme danışmanı kime denir ve neler yapar ona değineyim istersen. “Emzirme sürecinde anne ve bebeğe emzirme ile ilgili her konuda destek veren , bu konuda EĞİTİM ve uzun yıllar çalışmış uzman kişiye emzirme danışmanı denir” Evet, zor ama mesleğimi çok seviyorum. Zorlukları; Türkiye’de pek oturmuş bir birim ya da meslek değil. Biraz zamana ihtiyaç var hele mamayı seven bir toplum ve hekimlerimiz varken bu işi yapmak biraz zor oluyor. Yine, büyük aile fertleri ikna etmek ve onların tabularını yıkmakta zor. Ama bunlar aşılmayacak şeyler değil. Yeter ki canı gönülden bunu isteyelim ve yapalım.



    Emzirme nedir? Nasıl tanımlıyorsunuz?
    Emzirme anne ve bebek arasında oluyor, üçüncü kişi ile olmuyor BEN emzirmeyi DANSA benzetiyorum siz ve partneriniz yani bebeğiniz… Benim görevim kaçırmış olduğumuz ritmi dışarıdan yerine oturtmak, küçük dokunuşlarla ve sözlerle…

    Emziren anneler size ne zaman danışmalı?
    Burada annenin azmi sabrı ve ne istediği önemlidir. Anneler doğum öncesi veya doğum sonrası başvurabilirler. Doğum öncesi emzirme eğitimi alarak tanışabilirler. Sonrasında ise anne ve bebeğin buluştuğu ilk andan emzirme süreci boyunca destek alabilirler... Emzirme ile ilgili sorunlarda destek alabiliyorlar.

    Anne sütünü arttırıcı önerileriniz var mı, varsa neler, hemen alalım :)
    Anne sütünü ne arttırır? Bir kere keyif alarak dans etmeli partneriyle (emzirme ) Anne bu arada etrafından yardım almalı, bütün her şeyi kendisi yüklenmemeli. Anne sütü yetersizliğinde pratik veya teorik nedenler mi, yoksa yapısal nedenlerden dolayı mı bunu bilmek gerek. Eğer teorik ve pratik ise çözüm kolay yapısal ise biraz zor .Burada önemli olan dansa devam emzirme ilk dans ama sonra önümüzde o kadar çok danslarınız olacak ki onlara doğru yönelmek..dediğim gibi “beden doğurur yürek büyütür”...

    Anne emzirme dönemi boyunca kendini ve bebeğini stresten korumak için ne yapmalı?
    Öncelikle keyif almalılar ve emzirmeyi bir iş veya görev olarak görmemeliler. Sevdiğim bir söz “beden doğrur yürek büyütür”, yine tekrarlıyorum. Bebek doğar doğmaz ilk dakikada meme ile tanışması memeyeyi emmeye bilir. Yalaması bile süt oluşumunu tetikler. Bebek her istediğinde emzirilmeli. Saat endeksli olmamalı. Bol sıvı tüketmeli, dinlenmeli stresten uzak olmalı. Emzirme sonrası memeler dolu ise boşaltılmalı süt üretimin devamı için. Form çaylarından emzirme sürecinde biraz uzak kalınmalı süt üretimini azaltıyor adaçayı, yeşil çay vb gibi…

    Kendinize nasıl zaman ayırırsınız?
    Bekarım, belki günün birinde bende anne olurum . Boş zamanlarımda dalarım lisanslı voleybolcuyum, motor kullanırım. Son 6 ay içinde yoga ile tanıştım ve hayatımın büyük bir bölümünü kaplıyor o kadar etkilendım ki bebek yogası eğitimi aldım. Birthlight; anne ve bebeklerinde yoga keyfinden mahrum kalmalarını istemiyorum. Hadi anneler hem emzirelim hem yoga yapalım

    19 ay emzirmiş ve hastalık nedeniyle bırakmış bir anne olarak emzirme macerama katkısı olan insanlardansınız. Size çok teşekkür ederim. Bu güzel enerjinizi neye borçlusun.

    Enerjimi nerden alıyorum??? ...çok zor bir soru...hayatı seviyorum..enerjimi küçük meleklerden alıyorum ...Bakışları,gülüşleri ve kokularından desemmm ... :)

    Vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederim size Beyhan hemşire. Umarım dediğiniz gibi emzirme danışmanlığı ciddi bir şekilde eğitim almış kişilerce ve kurallarına uygun, profesyonelce gelişir, uygulanır. Şimdiye değin emziren annelere verdiğiniz destek için bir kez daha teşekkürler.

    Emzirme Danışmanı Beyhan Numan İletişim:www.emzirmedanismani.com
    GSM: 533 282 6627
    Emzirme Danışmanı Beyhan NumanFacebook Sayfası

    14 Temmuz 2011 Perşembe

    Oda ve kapı süsleri

    Ata' nın doğumundan kalan bir takım süsler var. Satın almak isterseniz aşağıdaki fotoğraflara gözatıverin derim :)

    İlki kapı süsü:
    Kargo dahil
    :20 TL



    Diğeri de paketinden hiç açılmamış olan kare şeklindeki uçan balonlar:
    Kargo Dahil
    : 15 TL


    Bir diğeri de,Hoşgeldin Bebek Yazısı:
    Kargo Dahil:
    15 TL


    Hepsini almak isterseniz kargo dahil hepsi 40 TL

    Satılık & kiralık ilanlarını ve daha fazlasını 2.el - pazaryeri sayfasından takip edebilirsiniz.

    ... devam edecek

    13 Temmuz 2011 Çarşamba

    Acaba kaka yaptım.

    Dün öğle yemeğini hazırlarken Ata' nın sessiz sedasız bir şekilde kakasını yaptığını ve haber vermediğini farkettim. Son zamanlarda Ata herhangi bir sinyal vermeden bu işi hallediyor. Bazen bir köşeye çekilip bekliyor, bazen ıkınıyor ama dediğim gibi, son zamanlarda pek sessiz.

    Meğer içinde bulunduğu dönemin gereği olarak bir kenara çekilip halıya, koltuğa kakasını çişini yapması gayet olağan ve doğalmış. İki yaşını doldurduktan sonra söylemeye başlaması beklenmeliymiş. Sadece anlamaya çalışmak bile derin nefesler aldırıyor iletişimimize.

    Niçin haber vermediğini anlamak için sesli bir şekilde düşünmeye başladım. Yere oturup oğlumla gözgöze geldiğimizde "Ata, acaba kaka yaptığını niçin söylemiyorsun. Çok merak ediyorum annecim" deyince şöyle bir durdu, bir kaç adım attı, geri döndü, eliyle bezini yokladı ve poposunu işaret ederek "acaba kaka yaptım" dedi.

    Annesinin endişesini gidermek için mi bunu dedi, yoksa bir anda söyleyebileceğini mi keşfetti bilemiyorum. Ancak acaba ile başlayıp yaptım ile biten bir cümle beni hem güldürdü hem de "bu iş olacak" mesajını verdi :)

    Bu iş zaten olacak. Emzirme döneminde, katı gıdaya geçerken, yürürken, konuşurken yaşadığım "acaba"nın tuvalet eğitimi versiyonu bu. Biliyorum, bu da olacak. Ama delilik bu annelik, yine de "acaba" demeden de geçemiyorum :)

    12 Temmuz 2011 Salı

    Co-sleeping (birlikte uyuma*) maceramız sona mı eriyor?


    Ata çok yakında iki yaşını dolduracak. Dolu dolu 22 aydır bizimle birlikte aynı odada uyuyor.
    Dün akşam yanına uzanıp masal dinletip sırtını sıvazlarken aklıma pek çok düşünce geldi. İlki işte buydu, birlikte uykuya dalmak ve onun güzelliği rahatlığı.

    Ata’ nın uyku saatinde hep birlikte yatağa gidiyoruz. Biraz sohbet, biraz gece yoklamasının ardından son günlerde dinlediğimiz masalın bitmesiyle uykuya dalıyor(uz). Eğer günün yorgunluğundan baygın düşmüşsek evet, birlikte gerçekten uykuya daliyoruz. Yok öyle değil, eğer çok yorulmamışsak Ata uyuduktan sonra baş ucumuzun yanında duran karyolasına alıp uykusunu kendi yatağında devam ettiriyoruz.

    Dün gece oğlumu uyuturken aklıma gelenlerden biri de buydu; sakin sakin uyu(t)manın kişiliğine olan pozitif katkısı... Bebekle aynı odada uyumak sakıncalı mı? Bebekle uyumak zarar verir mi? Gibi soruları uzmanlara danışarak yanıt aradık. Yapılması gereken de buydu. Uykuyu asla sinir harbine çevirmemek ve ben de çiverimedim. Memede uyumak isterse memede, pışpışla uyumak isterse kucakta, yanımda uyumak isterse yanımda… O minicik adamı kurallara hapsetmeden, isteklerine ve doğasına saygısızlık etmeden uyuttum.

    Acaba uyku bir sinir harbine ve inada dönüşseydi ne olurdu diye düşünmeden edemiyorum. Ata nasıl bir çocuk olurdu? Çok eminim ki; sakin ve huzurlu bir çocuk olmazdı. Güven ve saygı konusunda ebeveynleri tarafından özenli davranıldığı için kendine güvenmeyi ve saygı duymayı öğrenen bir çocuk oldu bence.

    Yine dün gece, yatağına yatarırken “anne, al beni” dedi ve tekrar kollarıma aldım. Biraz daha vakit geçirdik ve tekrar yatağına bıraktım. Ata 6 aylıkken bunu yaşasam kendini ağlayarak ifade edebilecekti. İnad edip, ağlamasına bir şekilde dayanıp, “kendi yatağında uykuya dalmayı öğreneceksin yavrum!” diye kassaydım ne olurdu? Bir kere kendini ifade edemeyen bir insana çok ayıp etmiş olurdum. Sonra ciddi bir saygısızlık., ardından yoksunluk sendromu, daha sonra ise özgüven ve özsaygı oluşumunda hasar bırakma durumu olabilirdi. Bunların ileride nelere sebep olabileceğini az çok tahmin ediyorum.
    O neden oğlumla anlaşa anlaşa, itiş kakış yaşamadan bir ilişki kurmayı yeğlediğim için acayip mutluyum. Şu hayatımda yaptığım belki de en iyi şey bu.

    Tartışılanın aksine, Ata'yı gece yarıları bebek odası yatak odası arasında mekik dokumaktan usandığım için değil, daha doğurmadan çok önce bizimle birlikte uyutmaya karar verdiğimiz için co-sleeping(*) uyguladık. Özgüvenin yolu anne-babay güvenmekle başlar ve özsaygı olmadan verilen özgüven bir işe yaramaz. Özsaygının başlangıcı ise bebeğin istek ve ihtiyaçlarını iyi kavrayıp, gerekli olanı nazikçe yerine getirmekten geçiyor, bu bilimsel bir gerçek.

    Artık iki yaşına günler kaldı ve odasında kendi başına uyumaya başlamasını planlıyoruz. Bakalım odasında nasıl uyuyacak minik delikanlım. Amma velakin, bu birlikte uyuma işi Ata için öyle faydalı oldu ki… Herkese tavsiye ederiz. :)

    (*)Birlikte uykuya dalma

    11 Temmuz 2011 Pazartesi

    Srebrenica Don't Forget! 11.07.1995


    Srebrenitsa'yı unutma!

    Bundan tam 16 yıl önceydi. Avrupa' nın göbeğinde bir insalık suçu işlendi ki o suç kıyamete kadar insanoğlunun alnında bir leke olarak kalacak. Hatırladıkça ürperiyorum.

    8372 kişi öldürüldü.
    Onlarca bebek...
    Onlarcası minicik çocuk ve onlarcası daha anne karnındaydı...
    Yüzlerce erkek ve kadın...
    Sadece etnik kökeni yüzünden acımasızca öldürüldüler.

    İleride oğluma anlatmam gerekenlerden biri de bu trajedi, ne yazık ki. İnsanların sadece etnik kökeni farklı diye diğerini yok ettiği bir trajedi. Çok yazık.

    Tanrı dünyaya bir daha bu kaderi yazmaz umarım.

    Srebrenitsa 11.07.1995!Unutmayalım.

    ...unutulacak gibi değil

    10 Temmuz 2011 Pazar

    Zorluk sadece pantolonda mı?


    Şafak Pavey Meclise giren sayılı engelli vekillerden bir tanesi. Protez bacağı nedeniyle meclis iç tüzüğünde yeni bir düzenleme yapılarak kadın vekillerin pantolon giyebilmesi gündeme geldi. Oysa ki Pavey' e göre zorluk sadece pantolonda değil.

    Ödüm patlıyor diyor, merdivenlerden, kurul salonunda yaşadığı sıkıntıdan bahsediyor samimiyetle. Ayrıca gündeme protez bacak ile gelmesinden de rahatsız. Meclisin daha erişebilir, engelli dostu bir bina haline dönüşmesini istiyor.

    Bu haberleri okurken "işte şimdi gerçek mücadele başlıyor" dedim. Bu ülkenin yaklaşık %12'si engelli. Engellendikleri alan hayatın ta kendisi. Bir çok insan göremediği, işitemediği, yürüyemediği ve zihinsel yetersizliği olduğu için gümbür gümbür yaşayamıyor bu hayatı. Çoğunun derdi sağ salim akşama, akşamdan sahaba erişebilmek ne yazık ki.

    Şimdi Pavey ve ekibi meclisi daha erişebilir hale getirmek için kolları sıvamak istiyor. Sonuna kadar destek verilmeli. Mecliste'ki bu çaba umarım ülkenin her yanına taşınır ve yetkililer daha ince fikirli olmaya mecbur kalır.

    Zira bebek arabasıyla bile kaldırımlarda yürümek imkansızken, bir engellinin herhangi bir tek başına kaldırımda ilerlemesi tamamen imkansız.

    Artık daha gerçekçi ve ince fikirli olmak zorundayız. Çünkü tane tane kapakları toplayınca engeller pat! diye aşılmıyor.

    Anneeeeee

    Biraz hastayım. Kırıklık ve halsizlik dışında böyle güçten kuvvetten kesilmek çok zor doğrusu. Bir annenin hasta olmak gibi bir lüksü yok, bunu bir kez daha anladım. Çünkü hasta halimle kafamı doğrultup Ata'cığıma yemek yedirmek öyle zor oldu ki... Ne yalan söyleyeyim, çaktırmadan ağladım. Annemi istedim. O olsaydı bana bakardı, dedim kendi kendime. İster 34'ü devireyim, ister 54'ü... Kaç yaşında olursam olayım "anne" diyeceğim ateşim çıkınca.

    Yorgunum.

    Kas ağrıları, yorucu bir okul sezonu vesaire derken çok yoruldum. Şöyle Çeşme Ilıca'da olup püfür püfür esen rüzgara bırakmak istiyorum kendimi, ılık suyuna, köpüklü dalgalarına...

    Az kaldı :)

    Toparlanayım... Aylin kaçar :)

    8 Temmuz 2011 Cuma

    Hastane bavulunuz hazır mı?

    Bebek yolda, hatta artık karnınızda son haftaları. Geldi gelecek, bir süpriz yapabilir yada doğum tarihini geciktirebilir. Ama olsun, son dakikaya kalmaması için 7. aydan itibaren hastane bavulu hazırlanmalı ve o hastane bavulu doğum için sabırla bir kenarda beklemeli bence.

    Ata' yı beklerken 7. ayda bavulu hazırlamış, kapının kenarına koymuştum. Normalde bu kadar titizlenmem ama ne olur ne olmaz demiştim kendi kendime. O minicik tulumları, zıbınları ( ki bence acayip kullanışsız şeyler) yıkayıp ütülerken çok duygulanmıştım. Hatta ve hatta salya sümük ağlamıştım. Hamilelik işte... Ona buna ağlıyor insan :)

    Önce hastane için ayırdığım bebeğimin cicilerini sabun ile yıkadım. Bir güzel ütüledim. Sonra bir tülbent ile bohça gibi yapıp kenarlarına nazar boncuklu iğneler eklemiştim. Sonra kendi kıyafetlerimi ve gerekli şeylerimi hazırlamıştım. Bir de doğumhaneye verilecek bebek kıyafetlerini ayrıca paketleyip üzerine "doğumhaneye verilecek bebek kıyafetleri" yazıp Ata'nın adını sanını iliştirmiştim. Böyle durumlarda işi şansa bırakmaya ve zaman kaybetmeye tahammülüm olamazdı sanırım.

    İşte doğum için gerekli çantanın içindekiler listesi:

    Anne İçin

    1.Gecelik - 2-3 takım Emzirme için uygun olmalı.
    2.Sabahlık - 1 takım Ziyaretçiler geldiğinde yada yürünmesi gerektiğinde.
    3.Çorap
    4.Terlik
    5.Külot - Bol bol Hamile külotları da uygun olur.
    6.Emzirme sütyeni - 2 adet
    7.Göğüs pedi - 1 paket
    8.Hijyenik ped - 1 paket
    9.Diş fırçası
    10.Diş macunu
    11.Tokalar
    12.Makyaj malzemeleri
    13.Hafif kokulu deodorant
    14.Losyon
    15.Kirli çamaşır torbası
    16.Fotoğraf makinesi - Şarj cihazı pili vb.
    17.Kamera - Şarj cihazı pili vb.
    18.Kullanılan ilaçlar ve reçeteler
    19.Evlilik ve nüfus cüzdanı
    20.Sağlık sigortası belgeleri

    Bebek İçin
    1.Bebek bezi - 1 paket Küçük boy
    2.Islak mendil - 1-2 paket
    3.Hastane çıkış seti - 2 adet
    4.Tulum - 2-3 adet
    5.Yelek-hırka vb. - 1-2 adet Her ihtimale karşı
    6.Havlu 3-4 adet Küçük boy
    7.Önlük 3 adet
    8.Battaniye İnce bir adet olması önemli.
    9.Kirli torbası
    10Ana kucağı-bebek taşıyıcısı
    11.Biberon Her ihtimale karşı
    12.Pişik kremi Nivea' nınkinden çok fayda görmüştüm.
    13.Anı defteri Dilek ağacı da olabilir.
    14.Bebek şekeri Ben kendim yapmıştım.
    15.Nazar boncukları İnanıyorsanız, ihmal etmeyin :)
    16.Oda süsleri Balonlar, kapı süsleri vesaire.
    17Bebeğe dinlettiğiniz cdler Müzik yayını için gerekli diğer techizat.



    Ayrıca refakatçiler için atıştırmalık birşeyler de bu listeye eklenebilir. O gününüzü özel kılacak bir fotoğrafçı davet edip özel bir albüm oluşurabilirsiniz. Bizim fotoğraflarımızı hem eşim Çağatay Atasağun hem de sevgili dostumuz, fotoğrafçımız Neriman Kaftancıoğlu çekmişti.

    Doğum anına kadar stresi tavan yapan ben, doğumdan sonra acayip gevşemiştim. Keşke daha relaks olsaymışım. Müzik dinleyip daha da gevşeyebilirdim belki ama aklıma bile gelmedi. Bir de keşke daha kolay emzirebileceğim bir kıyafet seçseymişim. Üzerimdeki geceliğin süsünden püsünden epey bir zorluk yaşamıştım :) Acemilik işte :)

    Doğum yapacak anne adayları, naçizane tavsiyem; siz siz olun, o gün bol bol gülümseyin, güzel görünün, bebeğinizi koklayın, saate aldanmayın, istedikçe emzirin. İç seslerinizi hep takip edin. Kafanızın karıştırılmasına asla izin vermeyin.

    Sağlıklı ve mutlu doğumlar, mutlu günler... Sütünüz ve neşeniz bol olsun.

    7 Temmuz 2011 Perşembe

    ...

    Beynimiz tatlı şeyleri sever. Hayatta kalmak için ve daha uzun yaşamak için programlandığı için seçer bunu.

    Tatlıyı, şekeri, lolipopu, kahkayı, geyik sohbetini, lay lay lom müzikleri, sabun köpüğü filmleri, pastaları, çikolataları, dansı, canlı renkleri, ışıltılı görünmeyi seçeriz, varolan seçenekler arasından.

    Hayatın tadını arar dururuz. Bulunca yetinmediğimiz olur, daha fazlasını isteriz.

    Nereye kadar?

    Bir ölüm haberini alıncaya kadar.

    Çok üzücü bir haber aldım az önce. Beyin kimyam ACIIIIIII dedi. Acı, çok acı!!! Üçüz bebeklere yardım etmek ister misiniz? diye bir grup vardı Nurturia'da. Canan hanım didiniyordu, bir iki lokma daha için. Üye olup elimden geleni yapmak istemiştim. Karşıma çıkan hikaye ise şuydu. Çok fakir ve çok çok borçlu bir aile ve üçüz bebekler. Anne derbeder, baba işsiz... Olmadık bir sürü talihsizliğin ardından ailecek memleketlerine gitmişlerdi. Gelişim geriliği saptanmış, Haktan bebeğin beyninde tümör ve ardından gözlerinde oluşan görmeme riski, diğer bebeğin kalça çıkıklığı derken... Kız bebeklerden biri bağırsaklardaki parazit ve menenjite bağlı olarak fenalaşmış ve vefat etmişti.

    Sebep?

    Fakirlik.

    Yokluk.

    Açlık.

    Allahım... Çöpe attığımız yiyecekler için öyle üzgünüm ki... Pek çok insan onları yiyemeden can veriyor.

    Boğazım düğüm düğüm.

    Ne sorunlarına çözüm bulabildik ne de evdeki yen(e)meyen yiyecekleri çöpe atmaktan vazgeçtik.

    Suçlusu biziz.

    Sen bizi affet. Meleğin ailesine sabırlar diliyorum.

    Barbie oyun bitti bebeğim!

    Şaşmaz bir şekilde her sabah 6:10 da kalkan oğlumla güne başladığımda kafamda bambaşka bir konuyu kaleme almak vardı. Ancak zaman yaratıp maillerime bakmaya başladığımda durum değişti. Bugünkü sorum ve sorunum "oyuncaklar" .

    Ata'ya oyuncak alırken gelişimine uygun olmasının yanı sıra; toksik madde bulunmamasına, organik olmasına ve daha çevreci olmasına dikkat ediyoruz. Biliyorum ki piyasadaki pek çok oyuncağın içeriğinde toksik ve kanserojen maddeler var. Çocuk ağzına aldığı andan itibaren tükrük yoluyla bu maddeler parçalanıp vücudunda derin bir yolculuğa çıkabiliyor. Artık gerisini ve etkilerini siz tahmin edin. Bu nedenle oyuncak alırken neredeyse olabildiğince dikkatli olmaya çalışıyoruz eşimle birlikte.

    Eskisi gibi değil tabi, sağlıklı ve çevreci oyuncakları seçmek kolay. Mesela Greengoods'un oyuncakları var. Kayrada'markasında organik ürünlerin olduğunu biliyorum. Eminim bilmediğim pek çok marka, ürün ve hizmet vardır. Araştırarak bulunabilir, bilgi alınabilir. Zaten yükselen değer "organik" ürünler ve bakış açısı olduğu için bu piyasa çok canlı ilk zamanlara göre.

    Ancak şimdi esas konuya gelelim. Ata'yı ve beni direk ilgilendirmeyen ama yazının çıkış noktası olan konuya: Barbie bir orman katili mi?

    Bir oğlum olduğu için bebeklerle ilgili piyasayı neredeyse hiç bilmiyorum. Siz bana kamyon, kepçe, dozer ve vinçleri sorun, şakır şakır anlatayım nerede ne var, fiyatı kaça:) Kırk yılda bir uğradığımız bebek reyonlarında pek haz etmediğim, küçük kızların beden imgesi ile ilgili gelişimini felce uğratan Barbie'lerle karşılaşıyor üstün körü, öylesine bakıyorum. İyi ki de öylesine bir ilgiymiş bu, çünkü anlaşılan o ki "Barbie bir orman katili".

    Barbie' nin üretici firması Mattel' in ürünlerini daha ucuza mal edebilmek için Endonezya'daki yağmur ormanlarını katletmeye başladığı söyleniyor. Dahası şirketin konuyla ilgili detaylı ve aksi yönde bir açıklama yapmamış olması başta Greenpeace olmak üzere pek çok çevrecinin tepkisine yol açıyor.

    Ata'nın (oyuncak) Barbie bebekle (şimdilik) işi yok (fakat yakın bir gelecekte güzel kızlarla ilgileneceğinden adım gibi eminim;) ) Ama bundan sonra çevremdeki cici kızlara hediye seçerken "Barbie" olmamasına çok dikkat edeceğimden eminim. Bu firmalar kendini dünyanın efendisi sandıkça, biz tüketicilerin ürünleri protesto ederek gerçekleri öğreteceğinden şüphem yok. Almazsak üretmezler ve dünya daha rahat nefes alır düye düşünüyorum.

    Sumatra kaplanlarının, ormanların, fillerin, ağaçların, toprağın ve suyun aziz değeri için Greenpeace'in imza kampanyasına katıldım. Eğer siz de bu katliama dur demek isterseniz buraya tıklayarak detaylı bilgi alabilir, dünyamız için bir imza atabilirsiniz.



    Bence çok beklemeyin, durmayın, bir imza da siz atın.

    6 Temmuz 2011 Çarşamba

    Ata ile Ayşe

    Yakında 22 aylık olacak olan bir insan yavrusu o :)

    Dikkatli, temkinli, neşeli bir tip ve genelde mesafeli olmakla beraber kanının kaynadığı kişilere karşı son derece sıcak ve yakın durmayı tercih ediyor. (Aynı annesi:P)

    Havaların biraz ısınması ile birlikte Ata'yla her akşam apartmanın bahçesine iniyoruz. Ayşe isminde acayip tatlı bir arkadaşı var. ayşe ile gün boyu bıdı bıdı bıdı bıdı konuşarak yada konuşmayarak yan yana dolanıyorlar. Dolanıyorlar çünkü henüz aralarında bizim beklediğimiz gibi bir iletişim oturmadı. Ayşe küçük prens Ata'dan 6 ay kadar büyük ve bir abisi var. Geniş bir ailesi ve sürekli anne-annannesiyle olmasından dolayı epey "sosyal" bir kişiliğe sahip. dokunmayı, konuşmayı ve oynamayı çok seviyor.

    Ata'cığım ise annesi yada sevgili (bakıcısı) Ayşe Annannesi ile bütün bir günü neredeyse başbaşa geçiriyor. Erkek çocuk olmasından dolayı ise daha az konuşma eğilimi var ama bazen Ayşe' yi geçebiliyor :)

    Birlikte top oynuyor, eczaneye girip rafları inceliyor, sarılıyor, bisiklete biniyorlar.
    Bu süreçte Ata istek ve düşüncelerini daha net ifade eder oldu.
    Yaşının gerektirdiği gibi artık daha sık "bu benim" demeye başladı.
    Kural denen şeyi daha iyi tanımaya ve daha güzel bir uyum sergilemeye başladı.
    İştahı açıldı.
    Oyun kurma ve geliştirme yönü açılmaya başladı.
    Şakalaşmayı, nükteyi ve de şaklabanlığı keşfetti :)

    Sabah kalkar kalkmaz balkonun camından Ayşe gelmiş mi diye bakıyor. Ona sesleniyor yada gözünü açınca "Ayşe" diyor :) Ayşeciğim de aynı şekilde Ata' yı soruyomuş annesine.

    Masumiyet işte. Hesap yok, kitap yok, yalan, riya, iki yüzlülük yok. Kalplerinde ne varsa o var işte. İstemezlerse birbirlerini ilgilenmiyorlar. Ata çekip gidiyor, Ayşe başka bir şeye yöneliyor, farklı yerlerde farklı şeyler yapıyorlar işte. Kendilerine ve birbirlerine baskı yapmıyorlar (henüz).

    Çok şekerler.

    Onları izledikçe, çok şey öğreniyorum ve çok şeyi hatırlıyorum "iyi insan" olmaya dair.



    İyi varsınız çocuklar.

    5 Temmuz 2011 Salı

    Gelmeyen yaza hazırlanırken

    Günaydın,

    Sıcak ve güneşli bir gün olmasını dilerken, kendimi İskandinav ya da kuzey Avrupa ülkelerinden birinde yaşıyormuşum gibi hissettim. Hani ağustos ayında kalorifer yakıp üşümeye başlayan sarışın mavi gözlüler gibi...

    Sıcak memleketin kara kaşlı kara gözlü bir ferdi olarak, pek çok sebepten dolayı yazın gelmesini iple çektim. 1 Temmuz' da başlayan ve 60 gün sürecek olan tatilimin festival tadında geçmesi için önce kafada bir sürü güzel plan yaptım. Devamında ise dış görünüşümde minik oynamalar yaparak daha keyifli olmaya dikkat eder hale geldim.

    Normalde saçını şööööyle bir toplayıp, lambur lumbur sokağa çıkan bendeniz artık dikkat ediyorum. Bu yazımda da belirttiğim gibi, işe önce saçımdan başladım. Kaşlarımı daha profesyonel ellere emanet edip yaza dair tüyolar aldım.

    Şimdi onları paylaşmak isterim:

    1.Bu sene pembe yanaklar değil topraksı tek ton makyaj hakim.
    2.Fuşya rengi mat görünümlü dudaklar çok moda.
    3.Gözlere mor far çekmek de öyle...
    4.Metalik farlarla beyaz bakışlar ve renksiz dudaklar da bu yazın favorilerinden.
    5.Takma kirpik yine popüler! :)
    6.Kaşları renksizleştirmek yani sapsarı yapmak çok moda. Amaç gözleri ve dudakları ortaya çıkarmak.
    7.Uzun dağınık saçlar,
    8.Upuzunnnnn postişlerle uzatılmış rapunzelimsi görünüşler,
    9.Balerin topuzu ve
    10.Saçları süslü bir toka ile toplamak acayip moda.

    Bu 10 maddenin 6.sı bana çok uçuk gelse de denemek çok eğlenceli olabilir :) Saçlarımı kestirerek kavuştuğum hafiflikten sonra rapunzel görünümünü değil düşlemek, düşünmek bile istemiyorum :)

    Fuşya ruj, mor renk far /eyeliner, açılmış kaş rengi, volümlü kirpikler ve pek çok şeyi anlatacak tek kareyi Rihanna ablamızın fotoğrafında bulmaktan dolayı çok mutluyum.

    Saçlar cesaret işi ama bu kadına çok yakışıyor, bravo doğrusu.

    4 Temmuz 2011 Pazartesi

    Tuvalet eğitiminde geldiğimiz son nokta

    Ata ile son dönemlerde yaşanan gelişmeler neler, hemen özetleyelim sayın seyirciler.

    Bir kere bu küçük adam ilk kez uçağa bindi. "Uçağa binerken kalıkışta ve inişte basınçtan etkilenmemesi için ne yapmalıyım" diye sordum. Yanıt Pratik Anne' den geldi: " Sakız çiğneyebiliyorsa sakız ver yada lolipop emsin". Ata hayatı boyunca sakız çiğnemediği için lolipop yalamayı tercih ettik. İyi etmişiz. İzmir' e uçuşta sıkıntıdan patlayan minik oğlum, İstanbul'a dönüşte lolipop yalayarak, çıkartmalı kitaplarındaki kepçe, kamyon ve bilumum kaba saba araçlarla ilgilenerek yolculuğunu başarıyla tamamladı :)

    Tuvalet eğitiminde sessiz ancak derinden ilerliyoruz diyebilirim. Havaların hafiften ısınır gibi olmasından dolayı kendisini ara ara bezsiz bırakıyor, kişisel bir alarm vermesini bekliyorum ama nafile.

    O sessizce bir köşeye sinip işini bitiriyor, ondan sonra haber veriyor.

    Peki niçin Ata tuvaletini söylemiyor.

    Pek müsterem Dr. Harvey Karp'a göre Ata (21 Aylık) diz yüksekliğinde bir neandertal. Ve Ata' da neandertaller gibi tuvaletini sessizce bir köşeye yapıp çekip gitmek istiyor.

    Mahallenin En Mutlu Yumurcağı harika bir kitap ve bu kitabı okumaya başaldığımdan beri bir baş ucu kaynağı oldu. Dr.Karp' a göre Ata' nın söylemek için zamana ihtiyacı var. Bu seyre göre 2 yaşından sonra yavaşlaması ve daha az koşup daha çok konsantre olması beklenen 2+ yaş çocuğunun bir özelliği de tuvaletinin geldiğini belirtmekmiş.

    Okul yıllarından hatırladığım bir bilgi var ki; o da 2 yaşından sonra sinir sistemi ve fizyonominin katlanarak geliştiği ve 2+ yaş çocuğunun kaslarını daha iyi tutarak, kendini daha iyi ifade ederek kakasını-çişini söyleyebildiği şeklinde.

    Bu bilgilere göre kasmadan, sakin sakin bezsiz kalmalara, haber verme ip uçlarına devam edeceğim. Ata' yı sıkıştırmak, üzerine gitmek yok. Eee, ne de olsa o minik ve çok yakışıklı bir neandertal :) 150 bin yıl önce müzikli oturaklar yoktu ;)

    Büyük bir hevesle alıp bir kere bir kullan(a)madığımız müzikli oturağımızı elden çıkarmaya karar verdim. Çünkü Ata'cığım canı ister haber verirse adaptörle yada manuel olarak (yani annesine sarılarak) klozete oturmayı tercih ediyor.

    İlgilenirseniz ilan detayları şöyle:
    Royal Potty Müzikli Oturak 25.00 TL.
    İletişim için aylinatasagun@gmail.com a mail atabilirsiniz.
    Daha fazla bilgi ve fotoğraf için lütfen buraya tıklayınız. Mesajlarınızı bekliyorum :)



    2 Temmuz 2011 Cumartesi

    Yaşıyorum, yazıyorum!

    Uzun zaman oldu yazmayalı. Bir kaç kez elim gitti klavyeye ama ı-ıh. Bıraktım tuşları, geri çektim ellerimi.

    İçimden gelmiyorsa zormalamanın bir anlamı yok diye düşündüm ve hafiften inzivaya çekildim. İyi de oldu. Kendime zaman ayırmaya çalıştım, kendimi dinlemeye, uzun zamandır yapmadığım şeylere vakit bulmaya çalıştım.

    Yürüdüm mesela, ellerim ceplerimde, kafamdaki dumanı tüttüre tüttüre.

    Sonra şeklimi şemalimi şöyle bir eden geçirdim.

    Saçlarım belime kadardı.

    Saçlarımı kısaltmanın keyfini yaşadım.

    Önce böyle,



    Sonra böyle,



    En son ise şöyle:



    Duyar gibi oluyorum, "depresyonda mısın" dediğinizi. Yanıtım evet. Bu eveti yazmak ve gerçekten bir evet olduğunu bilmek harika bir duygu. Çünkü artık eskisi gibi kendi sıkıntı ve çözmem gerekenleri hazır altı etmiyor, ne yaşayacaksam yaşamaya gayret ediyorum. Sonra daha güzeli yardım alıyorum. Çok iyi bir ailem, muhteşem bir oğlum, süper bir psikologum var. Üstelik tamamlayıcı tıptan da yardım alıyorum. Eğer siz de dardaysanız ve artık genişlemek istiyorsanız, işte bu kapıları çalabilirsiniz.

    Uzman Psikolog Iraz Toros Suman
    Doç.Dr.Mehmet Gürsel

    Kuş gibi oldum. Az bir şey kaldı, onlar da geçeeerrr gider evelallah :)

    23 Mayıs doğum günümdü, harika bir süpriz partı hazırlayan eşime, yalnız bırakmayan arkadaşlarıma, arayan, mesaj gönderen sevdiklerime çok teşekkür ederim. Seviyorum sizleri.

    Birikmiş çok şey var zihnimde, fırsat buldukça yazarım yine. Hele Ata ile ilgili öyle çok şey var ki.... Yazacağım söz :)

    Şimdi yemek ve temizlik zamanı. 2 aylık bir tatile çıktım ve gerekli tatil düzenini baştan oturtup 2 ay boyunca deli gibi gezmeyi planlıyorum :)))))))))))))

    Darısı başınıza :)

    Sevgiler

    16 Mayıs 2011 Pazartesi

    Terrible Two Şekerim

    Ata' yı daha doğurmamıştım, "bak teribıl tuu diye bir şey var, aman ha, dikkat et" dediler. "O nedir öyle, aman yarabbi! Çok fena olmalı ki daha doğurmadan tembihliyorlar" diye tutuştuğumu hatırlıyorum. Biraz araştırınca 2 yaş yani anal dönem - bağımsızlık evresi sıkıntıları olduğunu gördüm.

    Oysa benim doğum, emzirme, gaz, süt, , uyku, beslenme, kilo, bebek bakımı, pişik kremi, banyo ... gibi konularda rahatlamaya ihtiyacım vardı.:)

    Uyku konusunda rastladığım en güzel yazılardan birine sevgili Aslı Tür' ün blogunda okumuştum. Oradaki bu şahane yazıyla anneliğim yeni bir rotaya ve plana oturmuştu.

    Aslı Tür'e anneliğime ve Ata'ya olan katkılarından dolayı sonsuza dek teşekkür ediyorum.

    Daha sonrasında ise Türkiye'deki doğal ebeveynlik öncülerinden Psikolog Nilüfer Devecigil'i izlemeye başaldım. Bir de şu sözü çok işime yaramıştı: Ebeveyn çocuğunu zeki diye algılarsa, çocuğun kendini tecrübesi de zeki olur. Ebeveyn çocuğu ile olmaktan keyif alırsa, o da kendi ile olmaktan keyif alır. Eğer ebeveyn ona ilgi gösterir, onla neşe duyar ve onu severse; çocukta kendini ilginç, neşe veren, ve sevilen biri olarak algılar. Onların kendilerini tanıma tecrübesi, bizim onlarla olan ilişkilerimizde saklı

    Onca şeyin özeti şuydu: "bebek doğduğu andan itibaren bol bol kucaklanacak. Kucağa alıştırılacak. Bol bol emzirilecek. Bebeğe saygılı olunacak, işaretleri iyi okunacak, çocuk oluncaysa zıtlaşılmayacaktı."

    Zaten böyle yapınca asabi bir karakter yerine uyumlu, sakin, ne istediğini bilen biri olarak temelini oluşturacaktı.

    Netekim öyle de oldu.

    Ata bir kucak bebeği. Annesi yorgan döşek hasta olana kadar emdi;19 ay. Annesiyle uyudu, sık sık kucaklandı, yeri geldi kucaktan inmedi, indirilmedi. "Uslu, sakin, akıllı, zeki, ne istediğini bilir benim oğlum" şeklinde bir algıyla yaklaştım. Bebeğimi kurallar yığınıyla yetiştirdiğimi sanıp içini daraltmak yerine sade ve derin bir ilişki kurmayı denedim.

    Sanırım bazı şeyleri başardım, başardık.

    Şimdi sevgili Deli Anne'ciğimin de yorumladığı gibi"teribıl tuu" zamanı aslında. Ve dediklerinde yerden göğe kadar haklı. Ata' yı inceleyince şunu söyleyebilirim: İki yaş krizleri geçirmemesinin, asabi olmamasının ve gerilmemesinin alt nedenleri işte yukarıda saydıklarım. Bir de Ata'ya yalan atıp,yanıt vermem gerektiğinde sallamadım hiç. Neyse konu kısa ve net cümlelerle anlattım. Gördü ki anne-baba onu ciddiye alıp sakin sakin konuşmayı deniyor, şimdilerde o da aynısını denemeye çalışıyor o küçücük kalbiyle.

    Minik kuzum benim :)

    Kızmıyor mu, evet. E ama haklı, kim kızmıyor ki? Arada olacak haliyle. Bu tür durumlarda Harvey Karp'ın notlarını sık sık gözden geçiriyorum. Şu fast food kuralı çok işe yarar birşey.

    Hani arkadaşımıza derdimizi anlatıp anlatıp sonunda "amaaan takma kafana boşver" gibi laflar duyunca moralimiz bozulur,kendimizi hafife alınmış hissederiz ya... Hah! işte çocuklara bunu yapmamak lazım. Bu küçük hanımları ve beyleri hafife almamak lazım. Yaşı, ayı, günü ne olursa olsun. Anında anlayış anında empati şart üstüne şart. İşte bu yüzden fast food kuralı çok işe yarar bir durum.

    Bir örnek:
    "Ata servis kaşığıyla çorbasını içmek istiyor"(Anne bunu en az 10 kere tekrar eder). Deli gibi süren bu tekrarın ardından Ata gevşer bir şekilde kaşığı bırakır.

    Ağlama anında her neye ağlıyorsa o isteğini sıkça tekrar edip anladığımı söylerken daha az yorulduğumuzu hissediyorum. Kucağıma alıp sırtını okşuyorum. Bır bır bır bır konuşup o gergin haliyle çocuğun kafasını şişirmiyorum. Susuyorum, ağlamasını dinliyorum. Uzun nutuklar, durumu açıklamaya çalışmalar filan pek yok hayatımızda.

    Yani özetle: bana yapılmasını istemediğim şeyleri oğluma yapmıyor, yapılmasını istediğim, beklediğim şeyleri ise olabildiğince uygulamaya çalışıyorum.

    Hatalarım yok mu?

    Dolu...

    Ama,ancak ben ne istediğimi ve Ata' nın ne istediğini iyi biliyorum.

    Gerisi teferruat :)

    14 Mayıs 2011 Cumartesi

    Sonunda...

    Uzun zamandır yazamadım. Uzun zaman dediğim bir hafta aslında ama bir blog yazarı için uzun bir süre. Cumartesi, pazar günleri gezmekten, pazartesi, salı günleri ise çalışmaktan ve yorgunluktan dolayı yazamadım.

    Cumartesi günü öğleden sonra biten işlerimizin ardından Bağdat Caddesi'nde gezmeye başladık oğlumla. Eski ve yeni ne kadar dostumuz arkadaşımız varsa hepsiyle karşılaştık. Acayip mutlu oldum haliyle.

    Bir ara uyudu, uyanınca Gratis'e uğradık Mendil ıvır zıvır alıp çıkıyorken, Ata kasadaki süslü kutulardan birini çekti ve bırakmadı. Kuğu şeklinde bir şeydi, öderken, içinde ne var diye sormak aklıma geldi nihayet. Kasiyer kız kolye var deyince kalbime acayip tatlı bir sıcaklık yayıldı. Kollarımdaki güzel yavrum bir şekilde bana bir hediye seçti düye düşündüm içimden. Eh, anne olunca böyle düşünülüyor belki de... Bahçeye çıktım, alıp boynuma taktım. Ata'cığımı kocaman öpüp sıkı sıkı sarıldım.

    O gün bugündür kolye boynumda ve çıkarmayı hiç mi hiç düşünmüyorum.

    Anneler gününde o minik elleriyle verdiği çiçekler, saçlarımı okşayışı ve güzel gözleri en unutulmaz şeylerdi benim için. Anneler gününde İstanbul Yoga Merkezi'nce düzenlenen bebek masajı eğitimine katıldım. Eğitimi Küba asıllı Amnerikalı masaj terapisti Maite Carrera verdi ve tüm ayrıntılar burada. Eğitime katılan en büyük bebek olan Ata çabucak sıkıldı ve poposunda bezi ile salondan kaçtı. Biz de kendimizi sokaklara attık mecburen. Sokaklarda çılgınlar gibi gezerken bir de farkettim ki oğlumun bir ayakkabısı YOK. Anında tornistan yapıp ters istikamette ilerlemeye başladım. Yaklaşık 1 kilometre geride bir ağacın kenarında bulunca sevinçten zıp zıp zıplamay başladım. Ama ne yapayım, o ayakkabılar dayısıyla yengesinin hediyesiydi.

    Bu arada biz ana oğul haftasonunu geçirirken Çağatay Arkabahçe grubunun Dönsen isimli şarkısına arkadaşı Burak Kıyıcı ile klip çekti. Yorumlarınızı klip dönmeye başlayınca ayrıca isteyeceğim.

    Bir de önümüzdeki hafta için size çok güzel iki süpriz / haberim olacak. Umarım beğenirsiniz.

    Not: konulara ait fotoğrafları yükledikçe ilerleyen postlarda paylaşacağım.

    ;)

    6 Mayıs 2011 Cuma

    Yeniden canlanıyorum

    Ata 3 gün sonra 20 aylık olacak.

    Dün sabah beni "anneeeeeeeeee" diye uyandırınca, birden bütün gece uyanmadığını ve hepimizin deliksiz uyuduğunu farkettim. Aman allahım ben 20 ay sonra geceden sabaha kadar deliksiz uyudum. Olamaz, olamaz. Aman allahım, diyerek kalktım yataktan. Ata' yı kucakladım, yanıma aldım. Sonra sabah kıkırdaşmalarımızı yaptık vesaire.

    Mutfağa geçip omletini hazırlamaya başladığımda kafamda yine aynı şey vardı; vay be, bütün gece uyudu,uyudum, uyuduk. Ata oyuncaklarını salona taşıyıp evi dağıtma mesaisine başlarken ben de meyve suyunu ve omletini hazırladım bir yandan.

    Geçen sene öyle miydi ya?

    Mutfakta 2 dakikada yemek hazırlama becerisi geliştirmeye çalıştım ilk aylar. Ağladı mı? Döndü mü? Ağzına bir şey mi attı? Nerede? Sesi çıkmıyor, dur bir bakayım... Ne yemek yaptığımı anlardım ne de Ata yalnız kaldığını anlardı. Zaten % 90 slingle üzerime bağlayıp öyle karıştırdım çorbaları... Küçük yamak adını takmıştım kendisine. Şimdilerde çok güzel çorba karıştırıyor mesela. Ata' ya beceri edindirdik "yokluk" sayesinde :)))

    Bundan bir kaç ay öncesine kadar çekilen fotoğrafların yaklaşık tamamında taş devri mağara kadınları gibiyim. Taran(a)mamış yada kötü bir şekilde toplanmış saçlar, belirgin göz altı torbaları, solgun bir yüz, tenime neredeyse yapışmak üzere olan pijamalarım, berbat renk uyumu ve yorgun, gülümsemeye mecali kalmamış bir yüz ifadesi.

    Baktıkça ağlamak geliyor içimden.

    Ailem İzmir'de yaşıyor, ben ise İstanbul'dayım. Ata' yı doğururken kimseye "bakar mısın" demedim. Anneme bile... Biliyordum çok zor olacağını, yalnız kalacağımı, destek ekibin olmayacağını... biliyordum. Güya hazırlıklıydım ama kazın ayağı öyle değilmiş. Lohusalık diye bir şey varmış ve o lohusalık kalabalıkla hafiflermiş. Bunu çok net tecrübe ettim.

    Kolik bir bebekle sabahtan akşama kadar oda oda dolaşıp, sakinleştiremediğim için salya sümük pencere önlerinde ağladığımı bilirim. Karşı apartmana bakıp bakıp, "keşke şurada tanıdık biri otursaydı" diye iç geçirdiğimi de... Hani oğlumu alıp gitsem 2 dakika dünyam değişecek ama yok.

    Kimse yoktu etrafımda. Kimse..! Ve çok zordu.

    Oğlum 9 aylık olana kadar neredeyse bu böyle sürdü. Sonunda "yaz geldi, ben var İzmir'e gitmek kocacım" deyip memleketime gittim. Oradaki onlarca akrabamın Ata' yı gezdirmek, onunla oynamak, sevmek ve zaman geçirmek için deli olduğunu biliyordum. Kendimi de düşündüm. Dedesi, annannesi onunla oynarken ben de 1 saat kestirebilecek, adam gibi kahvaltı yapabilecek, biraz nefes alabilecektim.

    Öyle de oldu.

    Kahvaltıdan üzerine şekerleme yapmanın keyfini asla unutmayacağım.

    Ayrıca ev temizliği, ütü, yemek gibi dertlerin hepsini rafa kaldırınca ayağımı uzatıp dergi okumanın, kahve içip laflamanın tadını yeniden hatırladım. Ağlayınca, sıkılınca, oyun isteyince, acıkınca, yıkamak gerektiğinde tek başıma değildim. Annanne, dede, dayı, yenge, kuzenler, büyük halalar, enişteler, büyük büyük annelerden oluşan bir kalabalık destekçim vardı.

    Anneliğimin 1. yılının son aylarını bu şekilde geçirince sıyırmaya ramak kala toparlamaya başladım.

    İstanbul' a döndüğümde artık yavaş yavaş yürüyen, derdini anlatmaya çalışan, daha çok oyun oynayan bir çocuk vardı yanımda.

    Yakın dostum Ayşegül' ün oğlu Ata' dan 6 ay büyük. Bana 6 yıl büyükmüş gibi geliyor aslında. Ata doğduğunda o oturuyordu. Ata diş çıkardığında o konuşuyordu. Ata yürüdüğünde o koşuyordu. Bu farkı gördükçe Ata yı öyle hayal edemiyordum. Bundan bir kaç ay önce şöyle demişti bana:

    "1.5 yaş güzelim, işte beklemen gereken zaman bu. 18 aylık olduktan sonra kendi kendine oynayan, bir şekilde ne istediğni ifade edebilen, daha olgun bir bebek olacak karşında, sık dişini."

    Hakikaten öyleymiş.

    Gece uyuyan, kendini yarım yamalak da olsa ifade etmeye çalışan, yemeğini tek başına yemek isteyen, annesinin mutfağını darmadağın eden, evde ne kadar ayakkabı varsa hepsini salonun ortasında giymeyi seven , arabalarıyla uzuuuun uzun oynayan, çoğu zaman kendine yetmeye çalışan bir çocuk var karşımda.

    Tabi 3.5 dakikada bir "annneeeeeeeeee" diyerek koşarak bacağıma sarılamalarını, beni tuvalette dahi yalnız bırakmak istememesini, iş yaparken kucak istemesini, elimden tutup var gücüyle çekerek "yego"larının başına oturtmasını saymazsak :)

    Çalışmaya başlayınca ev, yemek, Ata, ütü, ... dertlerinden epey sıyrıldım. Para kazanmaya başlayınca vitrinleri daha iyi inceler oldum. İş öncesi yada okul çıkışı föne, maniküre daha sık zaman ayırır oldum. Projelerimi yazıp uygulamaya vakit buldukça, biraz rimel hafif allık sürünce, Ata'yı salona bırakıp mutfakta daralmadan, bayılmadan birşeyler pişirdikçe, akşam olduğunda moda dergilerini karıştırdıkça yeniden canlandığımı hissediyorum. Saçımla başımla, dolabımla, çorabımla, rujumla ilgilenebildikçe gevşediğimi hissediyorum.

    Belime kadar olan saçlarımı omuzlarımda kestirdim, pişman değilim, bilakis :)))

    Zor bir dönem geride kaldı.


    Acaba ben bu rahata çok fazla alışmasam mı? Ne yapsam?


    Bunu da düşünmeden edemiyorum, iyi mi?

    5 Mayıs 2011 Perşembe

    Çekiliş sonucu belli oldu

    Anneler günü için Pam Leo' nun Çocuklarla El Ele Ebeveynlik kitabınını hediye edeceğimi duyurmuştum biliyorsunuz.

    Dün akşam sevgilim Ata' nın minik elleriyle yaptığı çekilişin sonuçlarına göre kazanan anne: Doruk' un annesi Özlem :)

    Kitabı güle güle okumanız dileğiyle Özlemcim.

    İşte video, işte gönlü zengin eli bol çocuk Ata :)

    Teşekkür ederim oğlum

    Günlerdir ayaklarım yere basmıyor desem... Düşündükçe, hatırladıkça mutluluk fışkırıyor benden.

    Salı günü kuaföre gidip saçımı yenilemiştim. Boyuyla, rengiyle... Belime kadardılar ancak uzun süren yatak istirahati sırasında "artık fazlalık" gözüyle bakmaya başladım. İlk fırsatta da gidip kestirdim bir güzel.

    Eve geldiğimde Ata bunu hemen farketti. A-aaaa, diye hayretlerini bildirdi hatta. Yüzündeki mutluluk ifadesi artıyor gibiydi ki; akşama doğru şakalaşırken birden boynuma sıkı sıkı sarılmaya başladı. Ardından öpücükler geldi :) Ben ise ne olduğunu anlamaya çalışırken kendimi mutluluktan uçarken buldum. Tesadüf bu ya, o sırada elimde telefon vardı ve fotoğraflarımızı çekmeye çalışıyordum. Tarihe yamuk yumuk ve de eğri bulanık geçecek bu mutluluk karelerine baktıkça, hatırladıkça ayaklarım yerden kesiliyor.

    O küçücük kalpteki sevgiyi, o minik ellerdeki şefkati, Ata' nın içindeki anne sevgisini hiç bıu kadar net hissetmemiştim. Aman allahım, muhteşem bir duyguymuş. Sonsuza kadar unutmayacağım. İçime nakış gibi işledi hepsi.

    Oysa ben meme vermediğim için bana kızgın olduğunu, üzgün olduğunu düşünüyordum Ata' nın. Gidip not defterimize şunları yazdım;

    "Meğer sen ne kadar affedici, ne kadar derin duyguları olan, yüreği sıcacık bir küçük adammışsın, canım yavrum. Belki de ben senden daha fazla üzüldüm meme veremediğime, bilemiyorum ama artık bunun hiçbir önemi kalmadı. Çünkü sen bana sarıldın, sevdin, öptün güzel bebeğim."

    Seni yeni yeni tanımaya başlıyorum galiba...

    Şimdiye kadar aldığım en güzel hediye sendin ve yine en güzel hediyeyi sen verdin.

    Teşekkür ederim oğlum, çok teşekkür ederim."

    4 Mayıs 2011 Çarşamba

    Yeni kitaplarımız

    Bundan yaklaşık 5 yıl önce Sabah gazetesinin Kültür Sanat ekinde çocuk kitapları editörlüğü yapmıştım. Haftalık olarak kitap önerileri ve anne babalara temel bir takım bilgiler yazıyordum. Öyle keyifli öyle tatlı bir işti ki benim için... Çocuk kitabı okumak ve önermek hem çok keyifli hem de çok ciddi bir iş bana kalırsa. Öyle ki seçilen kitaplarla çocuğa renkli bir dünya armağan etmek harika bir şey.

    Anne olduktan sonra ve Ata bebeklikten çıkıp çocuk olmaya başladıkça daha da ciddiyetle eğilmeye başladım.

    Ata'ya kitap alırken dikkat ettiğim şeyler:

    - Kağıdı suya, tükürüğe, ısırılmaya, koparılmaya dayanıklı olmalı.

    - Beyaz fonda renkli çizimler olmalı.

    - Çizimler ve altında yer alan metin birbiriyle uyumlu olmalı.

    - Şiddet öğesi içermemeli.

    - Bu aralar kepçe, kamyon, dozer, vinç, çöp kamyonu gibi nesnelere çok düşkün olduğu için bu tür kitaplar seçiyorum. Bir de bizim oğlan kedi delisi. Kedilerle ilgili öykülerin olduğu kitaplar seçerek onu mutlu etmeye çalışıyorum.

    İşte son dönemde aldığımız kitaplarımız:

    Arkadaşım Kedi

    Arkadaşım Köpek

    Yapıştır, tamamla, boya

    Hareketli inşaat

    Akıllı bebeklerin oynadığı 365 oyun

    Kiparları ilkkitaplarim.com dan sipariş ettim. Sitenin içeriği, tasarımı ve dizini öyle sadeki yorulmadan iki dakikada alacaklarımı seçip çıktım. Oh be! :)

    3 Mayıs 2011 Salı

    Yemeyen çocuğa yedirmenin 14 kuralı

    Yemek yemek herkese eziyetse...

    Yemeyen çocuğuma nasıl yedirebilirim?

    Yemek yemiyor, ne yapabilirim?

    İştahsız, ne yapsak?

    Yemeği sevmesi için parkta mı doyurayım?

    Yemiyor, çok endişeliyim...

    Bunun gibi pek çok soru ve cümle sıralayabilirim. Her annenin çocuğuyla ilgili olarak en az bir kez yaşadığı bir yememe döneminde bu soru ve cümleler kullanıliyor anlaşılan. Geçen günkü postta Ata' nın neler yediğini yazmıştım. Sevgili Tijen peki "yemeyen veletlere ne yapacağız" diye sormuş. Ben de bu soruyu seve seve yanıtlamak istedim. Çünkü aylarca yemek yedirmek için çabalamış, artık en sonunda stresten sırtında yaralar çıkarmış bir anne olarak belki bir yardımım dokunur diye düşünüyorum. Ata 6.ayında diş çıkarmaya başladı ve bu dönemde katı gıdalarla tanıştık. İkisi çakışınca oldukça zorlu bir yememe süreci başladı.

    O dönem yaptıklarımı ve yazdıklarımı inceleyince durumu şöyle özetleyebilirim.

    Nasıl davranmalı?
    1. Peşinden kaşıkla koşturmadım. İyi de oldu, poposunun üstüne oturup masada yeneceğini bir şekilde öğrendi sonunda.

    2.İki çeşit yemek hazırlıyorum mutlaka. Mesela pilav + balık. Çok sevdiği pilavı bayılarak yemeye çalışırken balığı ağzına ağzına depiyorum. Böylelikle herkes için adil bir beslenme olmuş oluyor.

    3.Masaya kendi çatalını / kaşığını götürmesini istiyorum Ata' dan. Son zamanlarda daha çok severek yapar oldu. Yemeğe motive ediyor sanıyorum.

    4. Askeli lise mantığıyla hareket edip yemek saatlerinin hergün aynı olmasına dikkat ettim en başından beri. Bazen de atladığımız yada geciktiği oldu tabi. Ama dikkat etmeye başlayınca aynı saatlerde acıktı ve yemeye başladı.

    5. Masada ve oturarak yemek yemek konusunda ısrarlı davranmak çocuğu yemek ve sofra kültürüne yaklaştıracaktır. Ayakta gezerken doyurmaya çalışmak yemeği hafife almasını sağlayabilir diye düşündüm, uzak durdum.

    6. Yemek yediği için ödül vermedim şimdiye kadar.. Dün parkta bir anne yemeğini yiyen oğluna ödül olarak kocaman bir çikolata verdi.Yani aslında o anne çocuğuna şu mesajı verdi istemeden: "ödül olarak vediğim abur cubur yaptığım yemeklerden daha değerlidir". Sakın, sakın, sakın!

    7. Yememek için direndiği zamanlarda çok süslü yemek tabakları hazırlayıp bütün dikkatini yemeğe çekmeye çalışıyorum.

    8. Sofrada birlikte yiyoruz. Ata yemese de biz yemeye devam ederiz. O da yemeğimizin bitmesini bekler. İşte bu çok önemli bence. Beklemeyi bilmek...

    9. Bol bol konuşarak, sesimi alçaltıp yükselterek. Bütün ilgimi Ata'ya verip onunla sohbet ederek yemesini sağlamaya çalışıyorum. Bir dönem evde ne kadar büyük varsa toplanıp Ata yesin diye cümbüş yapıyorlardı. ( Ben okuldayken yemek yedirmek için başlamıştı bu furya.) Tesbih sallayıp helikopter taklidi yapan büyükanneler, televizyon açıp "aa, bak ne varmış" deyip ağzını açmasını sağlayan baba modelleri, def çalıp şarkı söyleyen insanlar... Hatırladıkça ruhum daralıyor. Bir gün annem (emekli sınıf öğretmeni, dikkatinizi çekerim) geldi ve bu hengame bitti :) Tam ekip hazırlanıp sahne alıyordu ki annemin şu cümlesi birden herkesi durdurdu ve susturdu: "Ata' nın yemeğe konsantre olması lazım, bu şekilde yemek yemeyi öğrenemez". Tsssssssssssssss, sessizlik ve ardından kaşığı eline alıp incelemeye başlayan ve annannesine hiç itiraz etmeyen bir Ata... İşte o günden beri ekip paydos ettiği için, genelde yemeğe konsantre benim oğlum ;)

    10. Bir ara biskuvilere dadandı, artık almıyorum ve abur cubur vermiyoruz. Sadece dişini kaşımak isterse havuç, salatalık, uzun grisinilerden arada sırada veriyorum.

    11. Herzaman ama herzaman kendi kendine yemesine izin verdim. Altına bir bez yayarak üstünün başının batmasına göz yumarak yemeği kaşığa daldırmasını zevkle izledim çoğu kez. Hele ki, ilkinde ağzını bulup yuttuğunda çok mutlu olmuştu. İkimiz de anladık ki bu başarmanın ta kendisi ve başarı hazzını zedelemek istemedim, çok çamaşır çıkıyor diye :)

    12. Değişik tarifleri denemek iyi bir motivasyon kaynağı anlaşılan. Değişik çorbalar, sebze yemekleri denemek mantıklı olabilir. Ata sayesinde çok değişik ve pratik yemek öğrendiğim için ayrıca mutluyum :)

    13. Süt içmek istemezse yoğurt ve peynir takviyesini sıklaştırdım. Sütü sevmek zorudna değil. Ayrıca bir yaprak marulda bir bardak sütten daha fazla kalsiyum var ;)

    14. Yemekten önce, yemek sırasında çok fazla su içmesine izin vermedim ki iştahı kesilmesin. Yemekten biraz sonra istediği kadar içebilir sevgili oğlum.

    Umarım bu anti-bilimsel liste işinize yarar :) Anne stres yapmazsa çocuk daha rahat yer şeklindeki cümleyi de eklersek sanırım fena olmaz. Ve umarım bu liste işinize yarar .



    Sevgiler