31 Ağustos 2010 Salı

Ata salyangoz yedi :)

Evet, Ata salyangoz yedi ama makarnadan yapılmış olanından :)



Patates püreli, spagettili, soslu ve marullu bir salyangozdu bu.Öncelikle patatesleri haşladım, zeytinyağı damlatmayı unutmadım. Daha sonra süt ile birlikte blanderdan geçirdim.Bu arada spagetti için başka bir tencerede suyu kaynatıp makarnaları kırmadan tencereye yerleştirip kaynattım, yine zeytinyağı damlatarak tabi...
Marullar sirkeli suda bekledi bu süre zarfında. 50 gr kadar kıymayı hafif bir baharat karışımı ve yağ ile birlikte domatesleri rendeleyip, minik bir tavada kavurdum. Bunun kokusu bile tavlamaya yetti Ata'yı :)
Sonra marulları ellerimle kopararak, minik parçalar şeklinde alta sıralarım ve o sırada hoş bir şey oldu, Ata marulları ağzına attı görür görmez. Otçul biri mi yetişiyor ne ? :)

Denemek isterseniz çok tavsiye ederim. Görüntüyü incelerken ellerini daldırıp yemek istemesi annelerin yüzünü güldürecek bence :)

Sevgiler

Aylin

Ata ile ilk yüzme denememiz


  • Bebeklerin 9. aydan sonra kaybolan dalgıç refleksi nedeniyle ne yapmam gerektiğini epey düşünmüştüm. Olası bir suya batma veya suya kafasını daldırmayı istediğinde bu refleks devreye girer mi girmez mi diye endişelendim hafiften.

    Sonra gerçekten doğrunun ne olduğunu hatırladım. Doğru ve doğal olan şey bizim araç gerece gereksinim duymaksızın yüzme yeteneğimizin olduğuydu. Ata ' da buna sahip olduğuna göre evhamlanmama gerek yoktu. Yani swim guard olmadan yada kolluk, simit vb olmadan suda keyifli vakit geçirebilirdik. Hepimiz ikna olmuştuk bu düşünceyle...

    Bundan 7 sene önce o zamanlar 8 aylık olan kuzenim Ebru ile denize gitmiştik. Tatilde bebek hemşiresi bir tanıdığımız da vardı. Ebru'yu denize hiçbir alet edevat olmadan alıştırmıştı. Zaten yüzme refleksleri tamdı bizim cici kızın. Oradan da cesaret aldım ve dooooğru denize ilerledik.Dünyaca ünlü ILICA plajıa yani...



Ancak otelin plajı hayallerimizi suya düşürdü. Sahilde minik taşlar ayağına batıp rahatsız etmesi üzücüydü. Direk denize daldık zaten ama bu sefer denize girme adabı ve seramonisinden geri kalıyorduk. Bir de o kadar rüzgar ve dalga vardı ki ilk gün, kısacası Ilıca uçuyordu.

Ne yapsak diye düşünürken boş bir havuz ilindi gözümüze. Yetkililer deniz suyu kullanılan bir havuz olduğunu söylediler. İnceledik ve gördük ki buraya rahatça girebiliriz, çünkü sürekli denizden su çekiliyor ve bırakılıyor.

Ata burayı çok sevdi,boynumuza kadar gelen su ılık ve çok hoştu doğrusu.Hafifçe kollarından tutarak suya yatırdım yüzüstü ve doğal olarak o da kendini suya bıraktı. (Buradan çıkarılacak önemli not Ata' nın ellerini tutan annesine güven duyuyor olduğudur, öhö öhö :P )

Derken günler bu şekilde ilerledi. Tabi doktorumuzun hatırlatmaları hep aklımızdaydı.
-30 faktörden sonra gelen koruma faktörlerinin pek bir esprisi yok.Hepsi aynı gibi, üstelik daha fazla katkı maddesi var. En iyisi 30 faktör alın.
-Denize girin, deniz suyu ile haşır neşir olun, havuz YOK!

Ama deniz havuzu var... Telefonla durumu ve sistemi anlattık, dikkatli olmamızı söyledi ve izni kopardık tabi. Sık sık buraya girince diğer bebekli aileler de gelmeye başladılar :) Pek bir şenlendi ortalık o zaman. Yeni arkadaşlarıyla daha çok eğlendiğini görmek güzeldi.

Tatilde dolu dolu el yardımı ile yüzdü Ata'cık.Bunu başaraildiğine göre sıra devamlıklık sağlamada. Yani sık sık ona bunu tekrar ettirmek gerekli ki unutmasın, daha sonra ürkmesin, ondan sonra da daha rahat yüzebilsin.

Kısaca tüyolarım şöyle:
-Güneşe çıkmadan önce kremlenmiş bir cilt ile tutmak daha iyi oluyor, eliniz kaymaz.
-Mayo çok şeker duruyor, hazır bezler bence çok itici.
-Saat 9 çok iyi oluyor ve tabi 5-6 civarı. Su sabah temiz akşam ise ılık oluyor.
-İlk gün 10 dakika, 2. gün 15 dakika... gibi ilerleyebilirsiniz. En fazla ama en fazla 30 dakika kalabilir suda.
-30 faktörlü ya da içinize sinmesini isterseniz 50 koruma faktörlüleri tercih edebilirsiniz.
-Ellerini ağzına götürmemesine özen göstermeniz, aynı zamanda su yutmamasına dikkat etmeniz sağlığı için koruyucu tedbirler olarak aklınızda kalsın.



Tatilden sonra ise uygun ortamlarda ara ara yüzmeyi hatırlatmak pekiştirici oalbilir ama İstanbul'da deniz suyundan havuz fikri bile pek caip gelmiyor kulağıma ...

Alternatifleri iyice bir düşünmek gerek...

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Ata bugün ne yedi?

Efendim, artık sabah kahvaltılarımız ve yemek tabaklarımız olabildiğince şekilli ve süslü hazırlanıyor. Kenarlarındaki salatalık ve domatesleri kolayca kavrayıp yemesi için küçük parmak boyunda kestim.ım...Biberleri ise iki parmağı ile kavrayacak şekilde bırakt Muzlar ise pekmezli olarak ortaya dizildi.Tatların bir birine karışmamasına dikkat ettim tabi, biberler bariyer görevini gördü diyebilirim.İşe yaradı, tavsiye ederim.



Not:Peynir ve yumurta ayrı tabakta olduğu için burada gözükmüyorlar :)))

Sevgiler

Aylin

29 Ağustos 2010 Pazar

1. Yaş Günü Heyecanı

Acayip heyecanlıyım...Parti organizasyon ve süsleme işlerini çok ama çok severim. Şimdi ise daha önce hiç yapmamış gibiyim ve çok heyecanlıyım :)

Bakalım, neler başaracağım, nasıl eğleneceğiz :)

Siparişler tamamlanıyor :)

Ayrıntılar partiden sonra ;)

Sevgiler

Kedilerden Anneliğe...



Bundan 2 yıl önceydi... Öğrencim çiftliklerindeki kedilerden bahsetmişti, annecikleri yoktu ve bakacak birilerini arıyorlardı. Sınıfta anlatınca, birilerinin ilgilenmesi iyi olur dedim. Tabi ertesi gün, yani doğum günümde 2 tane birden hediye edileceğini düşünememiştim :)))

Son zil çaldıktan sonra babası kapıda belirmişti. Öğrencim, minik hatta minicik kedileri göstererek, birisini seç öğretmenim, senin olsun, dedi. O ana kadar kedilerle aynı evde yaşamayı düşünmeyen ben "ikisini de verin, ayırmayalım kardeşleri" deyivermiştim. Bekarım o zamanlar, yüksek tempolu bir iş hayatım vardı.Öğretmenlik,kurduğum Eğitim Bilimleri Derneği' nin çalışmaları, Sabah gazetesi için hazırladığım yazı ve dosyalar derken akşama kadar kafamı kaşıyacak vakit bulamıyordum.Bu kedilere nasıl bakarım, atamam, bahçede olmaz...Allah yardımcım olsun diye diye kapıya geldim.

Kapıdan içeri girdiğimde ise ne yapacağımı bilemediğim için boş boş kedilere bakakalmıştım tabi. Ne isim verecektim??? İlk yarım saatin şaşkınlığının ardından hemen Kanlıca Veteriner Kliniğine koştum. Mama ve benzeri bakım ürünleri alıp çıktım.

Ama bu sefer içime bir kurt düştü. Ya bu mamalar "doğal değiiiilllll" dedim kendi kendime. İnternet başında bir kaç saat kedi mamalarının doğalı nasıl olur, bu süt tozlarının içeriği nedir, zararı var mıdır, gibisinden kafamda yeşeren sorulara yanıt aramaya çalıştım.

Ama onlar yanıt aramamı değil ilgi istiyordu, il-gi! :) Çok küçüktüler ve o kadar tatlıydılar ki...HatıRlıyorum, işi gücü bırakıp onlarla oynamaya başlamıştım.Erkeğin ismini hemen buldum Can, eh hanım kızımıza da Canan yakışırdı. ( İlk olarak Naz koymuştum ama hayvan fenalaşınca hemen değiştirip Canan yaptık sevgilimle)



Can çok tatlı bir erkek tekirdi:


Canan kızımız ise pek bir hanımefendiydi ve çok güzel bir kediydi...



Sütlü paparalarını ve evde hazırladığım etli mamaları yediriyorum bol bol.Yani ben nasıl organik ve doğal besleniyorsam onların da buna hakkı var diye düşünürdüm o zamanlarda da :) Hey gidi günler hey :) Bir de kucağıma gelmek için beklemeleri beni çok etkilerdi. Hemen alırdım, cebime koluma yatırır bütün gün beraber gezerdik. Tekirler yaramaz olur genellemesini biz böyle yıktık :)))


Ben evde yokken ikisi oyun oynar, mamalarını yer usulca kapıda beklerlerdi. Hatırladıkça içimi bir hüzün kaplıyor. Çünkü onlar benim hayatıma ortak olmuşlardı o minicik halleriyle...



İçimden bir ses bol bol okşa sev diyordu.Öyle yaptığım gibi kısa mesafeli gezilerimi onlarla yapıyordum. Kot çantanın içinde çok mutluydular, hatta bir kere bile "atlayayım da iki tur gezeyim" gibisinden bir girişimleri olmamıştı. Güvenle bağlanmışız birbirimize meğer :P :)



Çok usluydular yahu!...Yemek, uyku sonra güneşlenme, akşam üstü şekerleme derken gece olunca bir güzel uyurlardı.







Onları 1-2 ay sonra yaz tatili için İzmir' e götürdüm. Derken o yaz büyük bir süpriz yapıp evlenince evlenince kediciklerim babama kaldı :))) Bahçedeydiler, mutluydular. Ancak Can içgüdülerinin sesine kulak vermiş olmalı ki çok nadirene eve uğramaya başlamış. Daha sonra hiç gelmemiş, İzmir kazan bizimkiler kepçe aramışlar keratayı ama yok. Derken bir gün patisi hafif yaralı gelmiş eve. Tedavisi bitince pırrrrrrrrrrrr yine firar etmiş :) O gün bugündür ilerideki balıkçıya takılıyor.

Canan ise ......... içimi cızzzzzzz ettiriyor hatırladıkça. O kadar tatlı, bize bağlı, babama aşıktı ki... Babamın aşırı yoğunluğu, işleri, sağlığı derken yeni sahibine emanet etmek zorunda kalındı :(

Güzelim Canan, benim gibi amatör bir fotoğrafçıya oldukça profesyonel modellik yapmıştı vakt-i zamanında :)

Anne oldum, aradan çok zaman, köprünün altından çok sular aktı geçti ama ben bu can'ları u-nu-ta-mı-yo-rummmmmmm. Hayatıma renk ve can katan bu yavrular sayesinde annelik hakkında ucundan kıyısından bir deneyimim olmuştu.Ayrıca kedilerin insanlarla aynı evde yaşayabilecek şekilde yaratıldığına olan inancım milyon kat arttı. Bence her eve akıllı uslu bir kedi lazım derim.

Eğer kediniz varsa kıymetini bilin ve onlara, can'lara iyi bakın lütfen :) Benim yerime de sevin, okşayın...

Sevgiler

Aylin

27 Ağustos 2010 Cuma

5 Aylin ve bebek depresyonu

Bugün şöyle bir düşündüm de, benden sanırım 4-5 tane daha lazım.Sonra kendimi klonlatmaya karar verdim.

1 Aylin Ata'ya bakmalı doyasıya.
1 Aylin mutfakta yemek yapmalı ama çeşit çeşit, birbirinden leziz.
1 Aylin evi düzenlemeli, işleri yapmalı.
1 Aylin çalışmalı, kazanmalı.
1 Aylin kendine bakmalı.

Bu 5 Aylin aynı anda organize bir şekilde çalışırsa, tamamdır bu iş :))) Hayat toz pembe olacak.

Şimdi kahverengi değil merak etmeyin. Ama 5 kişinin işini yapıyorum, yorulmam normal öyle değil mi?

Kendime bakmazsam Ata'ya adam gibi bakamam, eve bakamam, eşime bakamam, yemek yapamam... Kendime bakınca da herşey gülistan oluveriyor haliyle.

Bu arada "bebeklerin de depresyona girdiğini" paylaşmak istiyorum. Özellikle post partum psikozu uzun süren annelerin bebekleri de depresyona girer diyor uzmanlar. Aynı zamanda annesinden maddi ve manevi olarak gerekli doyumu alamayan bebekler depresyona girermiş.

Duygusal anlamda "anne yoksunluğu" bebekleri depreyona itiyor. Yani bir önceki yazımda bahsettiğim şeyler aslında bilimsel temelli şeyler. Duygusal yoksunluğa ait bazı ötnekleri bu yazımda da okuyabilirsiniz.

Bebek etrafına beklenilen derecede gülücükler saçmıyorsa,
Hayli durgun görünüyorsa,
Keşfetme, nesneleri tanıma gibi girişimleri az denilecek boyuttaysa,
Hatta kilo alımı alt seviyedeyse bir depresyon durumu söz konusu olabilir diyor uzmanlar.

Annenin bu duygusal anlamda ortalıkta olmayışı, kendini bebeğine hissettirmeyişinin etkileri ilkokul hatta üniversite çağlarına kadar sürebiliyormuş ayrıca. Yine tekrar edeyim, bebeğini annannesine,bakıcısına zırt pırt bırakıp kaçan anneleri ben uyarıyorum, siz de uyarın lütfen. Sonra bu çocuklar okul çağında birer kaos ve sorun yumağına dönüşüyor. Anneleri yakalayıp tedavi etmek çok güç olduğu için çocukları sakinleştirmeye çalışıyoruz ama asıl sorun anne-babalarda tabi ki.

Depresyondaki annenin belirtileri:
Çocuğu ile yeterince ilgilenmez,
Ağlama nedenlerini ve ya işaratlerini anlayamaz,
Duygusal gelişimi için gerekli olan ilgi ve sıcaklığı göstermekte güçlük çeker,
Bebeğin beslenmesini aksatabilir, ihmal edebilir,
Bebekçe konuşma yada mother speech denen kuş sesi gibi bir tiz ses çıkarıp bebekle iletişime geçme depresyondaki annelerde çok az görülür.

Bebeğe etkileri,
Bebek anneye "güvenli bağlanma" yaşayamaz.
Bir kayıp ve boşluk duygusu hakim olur.
Annenin bir neşeli, bir hüzünlü yada öfkeli gel-gitlerine karşı anormal tepkiler geliştirebilir.
Daha az gülümser,
Çevresine ilgisi daha azdır...
Oyun çağında arkadaşlarıyla sosyal anlamda uyum yaşayamaz, daha zor iletişim kurar.
İçe dönük - depresif, veya aşırı dışa dömnük yıkıcı davranışlar gelişebilir bu çocuklarda.

Buna göre depresyondaki anneleri hemen farkedip tedavi olmalarını sağlamak gerekiyor. İlaç kullanımı gibi durumlar için mutlaka bir doktor kontrolünde olmaları şart bu annelerin.

Ama bana kalırsa akupunktur ve nöral terapi bu işi daha iyi halledebilir gibi geliyor. Emzirme vb. aksatılmaması için söylüyorum bunu.


Yine bu konu ile ilgili aklıma gelirse yazarım.

Sevgiler

Aylin

Kenyalı Ata

Çikolata renkli değil oğlum ama bir Kenyalı gibi toprağa çıplak ayak basıyor :)

Efendim, antropologlar incelemiş, bakmış araştırmış ve buyurlarmış ki; yürüme bağımsız olarak gerçekleşinceye kadar bebekleri çıplak ayak yürütmek en iyisiymiş.Çünkü ayak tabanı basılan zemini çok iyi kavradığı için, nöronlar, kas sistemi, sinir sistemi, duyu denge merkezi daha aktif çalışırmış.

Biz bunu okumadan zaten çıplak ayak yürütmeye başlamıştık. Elbette cicili bicili aykkabıları hatta parmak arası şıpıdık terlikleri bile var ama "doğal" olanı tercih etti kendisi de bizim gibi, giymiyor :)))



Fotoğraftaki terlikleri sahilde ayağına amca ve teyzelerin attığı sigara izmaritleri, cam kırıkları, çöpler vesaire batmasın diye aldık. Bir kaç kere giydi veeeeeee doğru arşive :)))

Çocuklar aslında "doğal" olanı biliyor, asıl yapmacıklık bizde galiba :)

Seslerine ve isteklerine kulak vermeyi daha iyi öğrenmek lazım bence.


Sevgiler

26 Ağustos 2010 Perşembe

Tam tersi: Emzirmeme

Ata' yı kucağıma verdiler, işte böyle tutuyorsunuz, meme ucu böyle gelecek, evvveeet, şöyle kavrayın başını ve gövdesini.... İlk emzirme anımız böyleydi diye hatırlıyorum, fotoğraflara baktıkça daha kolay canlanıyor o anlar. Hamilelikte çok çalışmıştım emzirme ile ilgili. Dert olmadı yani diğer ayrıntılar.

Bir kaç ay sonra bir anne ile tanıştım: Hastanede emzirme ile ilgili sorduklarında: "ben bebeğimi emzirmek istemiyorum dedim" dedi. İlk an bir durdum. Neden diye sormadım. Bunu soracak samimiyet yoktu çünkü aramızda, yeni tanışmıştık.Bebek sütü veriyorum ve bebeğim de gayet mutlu dedi. Evet gayet mutlu görünüyordu, çünkü anne kucağındaydı sımsıkı.

Eve gelince çok düşündüm, bir anne bu kararı alabilir mi? Elbette alabilir, neden almasın.Bu hayatta bir çok renk ve desen var, öyle değil mi? Çok fazla derinlere inmedim, gerek yoktu çünkü ben Ata'yı emzirmeye inanmıştım ve kendi işime bakmalıydım, öyle değil mi??? Ama yine de garipti işte. Bebeğin bunu yaşama(ma)ya hakkı var mı peki???

Başka bir not: arkadaşım doğum yaptı, bebeği çok uzun bir süre hastanede kaldı.Sütünü sağıp götürdü.Bebek eve geldiğinde ise sütüm çok az dedi ve vermedi meme filan. "Aman arkadaşım, etme eyleme ver sütünü" diye yalvarmadım, merak etmeyin.Ben işime bakmalıydım öyle değil mi? Ata' yı emzirip emziremediğime...???

Diğer bir not daha: Arkadaşımla sohbet ederken 11 aylık oğlunu sütten kestiğini söyledi. "Aa, öyle mi" dedim.Artık geceleri gezemez olduk eşimle, yeter sıkıldım dedi. İşime bakmalıydım öyle değil mi? Yorum yapmamalıydım. Aynen öyle yaptım. Gıkımı çıkarmadım.

Son anektot, çocukluk arkadaşım yeni doğan bebeği uyuyunca balkona çıkıp püfür püfür tüttürürdü. Hiçbir şey dememeliydim öyle değil mi? Ona baskı yapmamalıydım. Karşılaştık, konuyu kendisi açana kadar birşey demedim. "Doktor 3 sigaraya izin verdi" dedi. Sen bilirsin arkadaşım dedim ama 3 değil 13 tane içtiğini ben değil bütün apartman görmüştür herhalde.

Bu güzel arkadaşlarımın bebekleri mi ne alemde? İşte beni bu ilgilendirir. Çünkü ben engelli çocuklar ve aileleriyle muhattabım. Benim derdim, sağlıklı çocuk, mutlu çocuk! Buna engel olan herşeyin karşısındayım elbette. Ben kimim ki emzirme konusunda "tü kaka yuh" diyebilirim öyle değil mi???

Ama herşeyin bir yeri var.

İlk annenin bebeğini bilemiyorum ne alemdedir.

Sütüm az diyen arkadaşımın kızı: son derece içe kapanık, hırçın, bazen çok durgun...Anne memesi alsaydı anne kokusunu alacağı için, emeceği için, güven duyacağı için rahat olacaktı. Geçen gün geldi bebeğini şikayete: hiç şikayet etme arkadaşım, sen değil miydin sütüm az diye meme vermeyen.Sen değil misin gün aşırı başkasına bırakıp dışarı çıkan. Bu çocuk senden yana yeterince doymadığı için böyle.Dost acı söyler, incitmek istemem ama bir çocuğa bunların yaşatılması doğru değil bence. Çok bozuldu. Ama şu bu dedi. Uzun uzun döktü içini. ama sonuç........bebek mutsuz.

Gece hayatı etkilenen arkadaşımın bebeği:hırçın,gergin sürekli ağlayan bir çocuk.Anne onu emzirdi hem de ilk 6 ay dolu dolu ama her istediğinde vermedi.Saate bağladı emzirme mesaisini.Sonra ise yavaş yavaş kesti, bebeğin rızası yoktu hiçbirinde. Şimdi bunun hesabını soruyor.Anne pişman,çok üzgün ama geçmiş olsun. İleride 2 yaşlarda, ergenlikte her şey daha yumuşak olur umarım.

Püfür püfür sigara içen arkadaşımın bebeğini sık sık görmüyorum ama nikotinin, ağır metallerin anne sütüyle geçtiğini bilmediğini hiç sanmıyorum.Vücudunda biriken bu şeyleri o küçücük yavrunun nasıl atacağını düşündüğünü de sanmıyorum. Tek bildiğim şey kendi alışkanlığına sıralamada ilk sırada yer verdiği...

Sana ne başkalarından Aylin Anne, kendi işine bak diyeceksiniz. Doğru haklısınız.Benim işime bakıyorum. Benim işim engelli çocuklar, annesi hamilelikte ve sonrasında sigara içen, emzirme sürecinde annenin gerginlik yaşattığı,hamilelikte ve doğumda işlerin ters gittiği, beslenme konusunun hiç işlenmediği yuvaların çocukları.Kurullarda, terapi gruplarında ve sürecinde " uygun olmayan davranışların azaltılmasında saçımı süpürge ettiğim ailelerin çocukları".Allah kimseye böyle dertler vermesin, herkesin evladı mutlu olsun diye diye evin yolunu tuttuğum işimin güzel yüzleri...

Onlara ve işime baka baka, emzirin, şefkatli olun demekten dilimde tüy bitti!

Haydi baş baş.

Teşekkürler

Teşekkürler WWW yada internet.

Senin sayende harika bir anne ile tanıştım:Açalya Daha o beni tanımazken, ben sıkı bir okuruydum kendisinin.Yazdıkları, yaptıkları, düşündürdükleri Ata ile benim hayatımda çok şeyi taaaa okyanus ötesinden aydınlatmıştı. Aslında Ata için minnet duyuyorum desem daha sade ve yerinde olacak.

İyi ki böyle aklı başında, ne yaptığını bilen, araştıran, okuyan, bilgi sahibi olduktan sonra fikir sahibi olan anneler var. Bence bu annelerin çocukları ileride çok iyi işler yapacaklar, güneş gibi aydınlatacaklar dünyayı. ÇünküAçalya gibi annelerin büyütttüğü çocuklar; annelerinin sevgisinden emin, kendine güvenen, sevgi dolu, pozitif disiplinle büyümüş, evde aldığı eğitimle okul hayatına hazırlanmış oldukları için hepsi pırıl pırıl gelecek vaad ediyorlar bana kalırsa.

Umudum var, hem de dolu dolu umudum var :)

Sevgiler, candan yürekten teşekkürler...


Aylin

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Ben nasıl bir anneyim?



Bir önceki yazıda hoşuma gitmeyen anne ve anne tiplerine, bu tiplerin bebeklerine gösteremediği özene kızmış, epey sert bir uslüp kullanmıştım.

Az önce düşündüm de; bunca lafın sözün ardından objektif olarak kendimden bahsetmem gerekli.Bu yazıyı süpersin, bravo sana sözlerini duymak için değil, hakikaten olan biteni aktarmak için yazıyorum, bilginize.

Ben nasıl bir anneyim:

Eşime hep şunu derim: Ben Ata için gidip Eğitim Bilimleri okudum, sanat pedagojisi ve bilimum entel dantel meselelerle uğraştım, müzik yaptım, çalıştım vesaire. Gerçek anlamda özüm olduğunu düşündüğüm annelik için kendimi yıllar içinde yetiştirmeye gayret ettim. Abartmıyorum, küçükken büyüyünce ne olacaksın diye soranlara "anne olacağım" derdim. Farkındaydım da çoğu şeyin. Arkadaşlarımın annelerini kıyaslardım anneme mesela. Nurhayat'ın annesi şöyle şöyle ama sen böyle böylesin...Deniz'in annesi bunu yapıyor ama sen yapmıyorsun...gibi.( Buradan çıkan sonuç: siz çocuklarınızı kıyaslarsanız onlar da sizi kıyaslar, olumlu veya olumsuz...)

Hamilelikten başlayayım

Hamile olduğumu öğrendikten sonra daha da doğla bir yaşama döndüm.Kimilerine göre ot gibi yaşamaya, fotosentez yapmaya başladım.
Çay, kahve gibi hayatımda çok az yeri olan şeyleri çıkardım tamamen.Kola içmezdim artık hiç içmez olmuştum.
Erken yatıp erken kalkmayı saatli ve düzenli uyumayı tercih ettim.Biliyordum ki bebekler bunları anne karnında öğrenir...
Sürekli enstrümantal müzik dinledim, yeri geldi kuş seslerine bıraktım kendimi yeri geldi dalga seslerine.(İstanbul' un göbeğinde olmasa da arada doğaya dönerek sakinliği çektim bedenime-ruhuma)
Artık ruh ve bedenim daha sıkı bir 1'di.
Yoga yapardım önceleri ama hamilelik yogasına devam etmeye çalıştım.Piyasadaki dvdleri pek tutmadığımı söyleyeyim. Çoğunda hatalı seriler yakaladım.
Ağır yağlı yemekler yemedim.
Bol bol organik beslenmeye gayret ettim, tabi inşallah organik diye aldığım şeyler gerçekten organiktir.
Ceviz, badem,balık,domates yedim bol bol.
Doktoru harfiyen dinledim diyebilirim ama tüm görüşmelere zaten çok hazırlıklı gitmiştim.
Bol bol okudum araştırdım anlayacağınız, çoğunuz gibi.
Uyudum, sabah doğan güneşi içime çekmek için uyanmaya gayret ettim.
Bebek giysileri ve odası için çok acele etmedim.
Sigara içilen yerde durmadım...
Trafik stresini her Allahın günü çektim ama yine harika, enstrümantal müzikler dinleyerek.

Ata ile bol bol konuştum, adı ile seslendim.
Okşadım, sevdim, şarkı bile söyledim :)
Müzik dinlettim, kitap okudum :)))
"4 işlem ve hece çalışması da yap bari" diyen annem geliyor aklıma, gülüyorum :)

Ata doğunca,
Öptüm, kokladım, kucağıma aldım hiç bırakmadım.
Yanıma yatırdım uyurken, kokusunu daha iyi almak için süt için.
Kulak asmadan ha babam de babam emzirdim. Ne zaman isterse ...
Ağlatmadım, gık dese sakinleştirmeye çalıştım.Çok ağladığı zamanlarda ise kucağımdan indirmedim yine.
Rutin oturttum hem de daha 40 günlükken.Uykusu, eğlencesi, beslenmesi hemen hemen belli bir rutindeydi . Bir yıl bitiyor o rutin pek değişmedi diyebilirim.
Puset yerine slingle taşıdım, taşıdık.
Ne zaman ağlasa saniyesinde uyanıp koştum.
Emzirdim,emzirdim, emzirdim. Pes etmedim az diye, kilo alamıyor diye.
Belli saatlerde klasik müzik ve enstrümantal müzik dinletmeye devam ettim, ediyorum.Şu an fonda Bach var mesela.
1 yıl ücretsiz izin aldım, ilk bir yıl çok önemli çünkü çocuk gelişiminde...
Hazır gıda-mama şu bu çok hayati derecede gerekli olmadığı sürece vermedim yine.
İlk 6 ay minik sokak turları ve ev ziyaretleri şeklinde olan sosyal hayatımız oturmaya başlayınca değişti ve komşu gezmelerine, akraba ziyaretlerine, eşe dosta daha sık gider olduk.
Haftada 1 yada 10 günde 1 gibi...
Sadece ben baktım bugüne kadar.Anneme, eşime, kayınvalideme bırakıp gezmeye gitmedim mesela hiç.
Çok bunalırsam yürüyüşe çıktım Atacığımla.
Moralim bozuksa hafif depresifsem eğer çok belli etmemeye çalıştım.
Evham yapmadım, sürekli elini ağzını silmedim, yere düşen bir şeyi ağzına atarsa kıyametleri koparmadım mesela :)))
Çocuklu arkadaşlarıma gittim, onlar geldiler, çocukları kıyaslamamaya olabildiğince dikkat ettim.
Hijyen delisi olmadım...
Home ofis çalışıtığım bu günlerde Ata'yı birilerine havale edip çalışmaya çalışmadım. Önce Ata ve onun düzeni dedim hep.
Dışarıya çıktığımızda Ata' nın uykusu geldiyse veya yorulduysa tıpış tıpış eve döndüm.

İnatçı keçiliklerim oldu:
İnatla emzirdim mesela.
Ata'yı kucağıma alıştırdım.Kimseyi dinlemedim.
Emzirerek uyuttum.
Odasında ya da salonda veya herhangi bir yerde yalnız bırakmadım Ata'yı.Hep yanındaydım.Yemek yaparken slingteydi küçük yamak :)
Park yatağa tıkıp oturup tv izlemedim.
Zaten Tv'yi hiç açadım. Haftada 2 saati bile bulmaz toplamda.Tv zararlı mıdır, değil midir gibi konularda tavrımı değiştirmedim. "İlk iki yıl tv yok" o kadar dedim.
Misafir isek TV yi kapattırdım, gelene de izletmedim. Çok pardon: Otizm, hiperaktivite,dikkat dağınıklığı, ve subliminal mesajlarla bilinçaltı kurgulama uğraşınca ayrı bir özen gösteriyor insan...

...

Ata'yı seven, Ata'ya aşık bir anne olarak özetle böyle bir anneyim ben :)

Sevgiler

24 Ağustos 2010 Salı

Emzirme ile ilgili psikolojik gerçekler

Prof.Dr. Sabiha Paktuna Keskine'e göre ilk bir buçuk yaş oral dönemdir, bu dönemde bebek bir süt çocuğudur.Sadece anne sütü alsa bile olur. (Bunca "ne yedirsem" telaşı kuru gürültü o zaman)Aslında anneler 6. aydan itibaren bebeklerine beslenme eğitimi verirler.
Pütürlü gıdaları parmakları ile tattırarak,
Katı gıdaları kaşıkla yedirerek bir çeşit eğitimden geçirirler. Aynı zamanda sofra adabını da verirler.

Bizim doktorumuz Prof.Dr.Ayça Vitrinel'e göre ise sofra adabı 1.yaş ile birlikte erilmeye başlanmalı, her sofrada en az 2 çeşit yemek bulunmalı, çocuk ana yemekten sonra devam edeceği 2. bir yemeğin olduğu anne-baba öğretmelidir.



Bu bir buçuk yaşta temel güven ve oral dönem tatmini çooooooooooook önemlidir.

İlk 8. ve 10. ayda çocuk çevreyi 5 duyu ile algılar yine Keskin'e göre.10. aydan itibaren ise nesne takibini öğrenir.

Düşen oyuncağını izler vb...

Burada annenin önemi eşsizdir.Anne herşeydir,besleyen, temizleyen,uyutandır ve yokluğu ölüm acısı yaşatır. Bebekler 3 yaşına kadar annelerini kendisiyle özdeşleştirir, bir bütün olarak görür.Anne çocuğu bırakıp gittiğinde feryat figan ağlaması bu yüzdendir ve çok doğaldır.Üç yaşından sonra annenin kendinden ayrı olduğunu farkeder ve "anne gitse de döner" diye düşünür.

1.5 yaşındaki çocukların annelerinden ayrılmaları çok travmatiktir bu 2.5 lu yaşlarda azalır ancak 3. yaşa yaklaşırken yine tavan yapar.Sonra azalır...

Eğer bunu tolere edemiyorsa, anne geldiğinde şu tepkileri veriyorsa bir sorun var demektir:
Hırçınlık,
Uykusuzluk,
Annenin yatağında yatmak,
Gece uyanmak vb...
Bu gibi durumlarda çocuk "sen beni bırakıp gittin ve bir daha gidersen geri dönmeyebilirsin" kaygısı yaşamaktadır.Pedagojik olarak yada bir çocuk psikiyatrından yardım alınmalıdır.

Daha da dikkat edilmesi gereken bir durum:
Eğer anne sık sık gidiyor ve çocuk bunu tolere edemiyorsa...Çok dikkatli okuyalım:
İçine kapanmışsa,
Çevresindeki uyaranlara çok az cevap veriyor,hatta ilgilenmiyorsa,
İletişim azalmışsa,
Kendini uyarmaya başlamışsa( sadece kendisi ile ilgileniyorsa) dikkat, bunlar otizm işaretleri olabilir :(

Lisan gelişimi geri ise,
Öpücük,
Bye bye yapma,
Çatal kaşık kullanma,
Taklit yapma,
gibi davranışlarda normalin altında bir seyir varsa...bir uzmana danışılmalıdır. Yeni girilen çevrelerde uyum güçlüğü yaşıyorsa, market, avm, arkadaş toplantıları vb gibi...tekrar ediyorum ; bir uzmana danışmada fayda vardır.

Korkuyu öğrenebilir, hayatı boyunca hayvanlardan, karanlıktan, seslerden, kalabalıklardan,mekanlardan korkarak yaşayabilir.

Burada bazı arkadaşlarımı uyarmak istiyorum:

*Bebeklerini "vedalaşmadan" büyükannelerine bırakmaları hiç doğru değil sevgili hanımlar. İşte yukarıda bahsedilen örnekler çocuğunuzun başına gelebilir.
*Ne olsa, her bahanede çocuklarından kaçarcasına uzaklaşan anneler çocuklarının kendilerine duyması gereken güveni sarstıkları gibi; onların hayat boyu asosyal ve takıntılı olmalarına neden olabilirsiniz...Kafelere, caddeye koşarak inmeden önce bunları iyi düşünün!!!!
*Emzirin kardeşim, yok meme ucum müsait değili yok sütüm az gibi ıvır zıvır bahanelerle bana gelmeyin, çok ayıp. O çocuğun anne memesi alması hakkını kafanıza göre kesemezsiniz.Seks hayatını emzirmeden önce gören anneleri eshefle kınıyorum. Bebek ne zaman isterse o zaman emzirme bitmelidir.

Oral dönemin yeterince doyurulmaması, yani
Anneyi hiç emmeme,
Az emme,
Bebeğin rızası olmadan kesme,
İleride kötümser ve kendini beğenmiş kişiliğe hatta takıntı nörozlarına sebep olur(Prof. Dr. Sabiha Patuna Keskin)

Ayrıca:
Bizler parmak emmelerinden nedense hep ürkeriz. Oysa ilk bir buçuk yıl dolu dolu bebek emmelidir. Anne memesini, emziği... Oral dönem bu şekilde tamamlanır. Eğer bu dönemde parmak emmelerine izin verilmezse bu uzar gider.Anal dönem,fallik dönem gibi daha karmaşık dönemlere sarkar ve bu ilerilde daha farklı komplikasyonlara neden olabilir. Bu incelmiş bir parmaktan daha önemli bir sorundur.(Prof.Dr.Sabiha Paktuna Keskin)

Kısacası:
-Annelik bekar kadınların yada çocuksuz kadınların lay lay lomuna benzemez! Özenmeyin.
-Bebeğinizi o hayata uydurmaya hiç kalkmayın, buna ne hakkınız var?Kafelerde restoranlarda her allahın günü gezeceğinize oturun evinizde bebeğinizle birlikte oynamanın tadını çıkarın.
-Büyükannelere güvenip çocuk yapmayın, istediğiniz süre kadar büyükanneler baksın ama o çocuk sizin ve o hep sizi isteyecek!
-Arada kaçamak yapmak iyidir, tabi. Ama ARADA!!!
-Kendinizi düşünerek hareket edemezsiniz herzaman.Bebeğiniz henüz kenbdini konuşarak ifade edemediğine göre, onunla sevgi ve şefkatle ilgilenmek, bütün zamanınızı ona ayırmak anneliğin ilk görevidir.

Yeni nesil anneler genelde ;
*Emzirmeyi zulüm görüyor gibi bu örneklere bakarsak!
*En kısa zamanda kesip kilo verip, gece alemlere akma derdindeler. Bebekler ise bakıcılarda, büyük annelerde annesinin yollarını gözlemekte.
*Çoğu sigara içiyor!
Çok büyük sorumsuzluk. Emzirme döneminde içen anneleri iki gözümle gördüm,tanıdım İzmir' de :( E yuh!!!!

Bunca bilimsel bilgi ve hayattan örneklerin sonunda söyleceğim iki çift laf daha var:

Annelik zordur, sıkı geldiyse bir kaç beden, değiştirme fişiyle aldığınız yere iade etmeniz mümkün değildir.Ona göre!

Herkes aklını başına devşirsin! Bu kadar bilgi varken, bunca kolayken öğrenmek, çocuğuna karşı ilgisiz ve bilgisiz olan, üniversite mezunu, dil bilen, sürekli internet kullanan, araba kullanan, sosyal, hobileri olmasına rağmen evlendikten sonra "sıra çocuk yapmakta" diye düşünen, bakıcılara,büyükannelere güvenen,bebeğini kucağına almayan, dokunmayan,ağlatan anne profiline acayip gıcığım, kimse kusura bakmasın!

Tane tane kapaklar tekerlekli sandalye oluyor.


Şu İzmirlilerin sağ duyusuna hayranım. İzmirliyim diye demiyorum, böyle şey İstanbul'da ve Ankara'da ve hatta Bursa' da yok, gör-me-dim!


İzmir'deyken herkes ama herkes mavi şişe kapağı topluyordu.Biz de başladık tabi. Yüzlerce kapak evde bekliyor, bekleyen kapaklar ise bir üst terminale, Ege Üniversitesi Diş Hekimliği'nde okuyan kuzene gidiyordu.

Valizin bir köşesinden bir avuç kapak çıktı geçenlerde. "Hay Allah! Bunlar taa İstanbul'a gelmiş anneme göndermeliyim" diye düşünürken, bir de öğrendim ki "bu kapak kampanyasının merkezi İstanbul Ataşehir Belediyesi imiiiiişşşş:P Yine öğrendim ki bu kampanyaya Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekan Yardımcısı Prof.Dr. Nurselen Toygar açıklam yaparak destek istemiş ve ardından hemşehrilerimin desteği yağmış, habertabi dalga dalga yayılarak İzmir'i kaplamış, kuşatmış!!!



Bir kez daha helal olsun! :)

Tabi İstanbul'da bu duyarlılık yok, hak getire. Hatta bırakalım duyarlılığı, kimse duymamış bile.

Neyse, şimdi duydunuz İstanbullular, duyanlar duymayanlara duyursun lütfen :)

Özetle;

İstanbul Ataşehir Belediyesi 22 Nisan 2010 ' da "Ataşehir tane tane kapak topluyor, adım adım engelleri aşıyor" kampanyası başlatmıştır. Şişe kapaklarını getirenler tekerlekli sandalyeyi kapıyor :) Yalnız 250 kg olması ŞART!Toplanan kapaklar Ataşehir Belediyesi Çevre Koruma ve Kontrol Müdürlüğü’ne teslim ediliyor.

Bir iletşim numarası var:216. 570 50 99 Bu numarayı ben aradım ve teyit aldım. Kampanya 1 Eylül'e dek sürecek.İsterseniz daha ayrıntılı bilgi alabilir ve toplanan kapaklarınızı teslim edebilirsiniz.

Konu ile ilgiliMilliyet'in haberini okuyabilirsiniz.

Biz şimdiden 50 tane biriktirdik bile... Haydi durmayın , kapakları toplayın :)

Sevgiler,

Aylin Anne

22 Ağustos 2010 Pazar

Hepinizi yeriiiiiiimmmmm!!!! :)

Ata' nın birinci yaş günü için önerilen sayfaları geziyorum günlerdir.Aman allahım!!! Onalr ne şeker şeyler öyle.Rüya gibi hepsi,sevimli bir masal gibi. Karar vermek güç gibi görünse de yine zevkimize uygun bir pastayı seçeceğimi iyi biliyorum.

İlk grup Latife annenin önerdiği keyifli tatlar mutfağından.







İkinci grup ise sevgili Yeşim Mutlu' nun önerdiği Pastacıyız biz mutfağından ...





Üçüncü grup ise yine Yeşim' in tavsiye ettiği Hobiriks mutfağından...






Ve diğer beğendiklerim:
Yapyapıştır.com ve
Kraft Etkinlikleri'ni öneren Zeynep' in tavsiyelerinden...



Elif' in önerdiği
Party Butterfly

süperler :)

Bakalım bizim renklerimiz ve desenlerimiz nasıl olacak??? :)

21 Ağustos 2010 Cumartesi

1. yaş günü partisi nasıl olmalı?

İşte böyle renkli ve tatlı bir konuda şakımak geliyor içimden.Aylar öncesinden beni saran bu güzel heyecanı çok seviyorum. Dünyanın en önemli şeyi bu ve bence dünyanın en önemli günü de o gün yani 1. yaş günü partisi.

Efendim, derler ki, çok kalabalık olmasınmış, gelenler ve kalabalık bebeği gerebilirmiş.

Bir konsept belirlemek gerekirmiş.

Buna göre kağıt tabak, bardakları, masa örtüleri, balonları, süsleri ve benzeri şeyleri seçmeliymişiz.

Palyaçolardan korkabilirlermiş, gerek yokmuş.

Animatör abla veya abiler olabilirmiş :)

Yüksek tempolu müziğe gerek yokmuş.

Mekanın bebeğin rahat etmesine göre seçilmesi gerekliymiş.

E güzel!

Konsept belli: My First Birthday Party!
Konuklar belli.
Süsler sipariş verilmesini bekliyor...
Palyaço,animatöre bunca heyecanlı bir konuk listesi varken hiiiç gerek yok. O tür şeyler birbirine yakın gibi görünen uzak insanların bulunduğu ortamlarda, çocukları da bir o kadar kendinden uzak tutmak için kullanılan partilerde işe yarar, bence.
Müzik belli, seçkimiz şimdiden hazır.
Mekan zaten belli. :)

Geriye o günü fotoğraflamak kalıyor :) Bak yine heyecanlandım :)

Bu arada şunlara bayıldım:





Aslında yazacak o kadar çok şey var ki ama üzerimdeki bu yorgunlukla karışık isteksizlik yüzünden yazamıyorum.

Çocuklarını gece 1'e kadar uyut(a)mayan annelere,
Rutin oturtamamışlara,
Emzirmeyle ilgili derdi olanlara,
Ona buna şuna...herkese yazacak 2 çift lafım var ama enerjim yok işte!

Gerçi olsa, yazsam ne değişecek ki???

Bu hayatta herkes bildiğini okuyor.Okusun okumasına ama hepsi ezber!Kopyala yapıştır yapılıyor aslında... Kimse de farklı bir şey yok gibi. Farklı olanlar zaten ortada...Neyse, onların da çoğu kendi havasında ya, boşverelim.

Yine de hazır elim klavyedeyken bir iki cümleyle mesaj kaygılarımı tatmin edeyim.

Bedenini herşeyden çok önemseyenlere:emzirme en iyi liposucktiondır, emzirin, incelicem diye abuk sabuk işler yapmayın, emzirmeyi kesmeyin!

Bebeğinin ağzına memeyi tıkıp, pusetine bağlayan ve sonra dünyayı unutan, alış veriş müptelası annelere söz değil kötek gerek diye düşünüyorum. Bebek ağlıyor, anne hiç oralı değil,saçını düzeltiyor dükkan camında. Süsünden püsünden taviz vermemek güzel de bu nedir böyle allah aşkına?Benim yerimde hangi aklı başında insan olsa "yolarım o saçını" der öyle değil mi?

Aman neyse ya! Kötü polisliğim bugün bu kadar.

Kimseyi düzeltemeyeceğimi biliyorum. O nedenle kısa kesiyorum ,Aydın Havası olsun :)

Haydi eyvallah!

:)

17 Ağustos 2010 Salı

Emmmmmmmmmmmmmm

Bu ses "hadi anne yeter artık daha fazla dayanamayacağım, emmek ve rahatlamak istiyorum" demek :)

Bugünlerde emmm, emmemememee seslerini daha sık duyar olduk. Çünkü anne sütünün rahatltıcı etkisine ihtiyacı olduğunu düşünüyoruz. Doktora kalsa sadece akşamları emmesi gereken bebeğim 1 yaşına yaklaştı ve günde en az 5 kez emiyor.Bu aralar bazen 15 kez oluyor çünkü isteklerini daha iyi ifade edebildiği için ve ihtiyacından dolayı emmmmmm tavan yapmış durumda.

O ı-ıh diyene kadar da devam edecek. :)

Herkese iyi emzirmeler :)

Yoğurt Makinesi Hediye Ediyorum :)











Bir arkadaşım elindeki yoğurt makinesini ihtiyacı olan bir anneye veya anne adayına hediye etmemi istedi. Ben de fotoğraflarını çekip yükledim.
aylinatasagun@gmail.com adresine adını soyadını bebeğinin yaşını yada hamilelik haftasını, adres ve telefonunu gönderen ilk anneye bunu göndereceğim.

Bilginize :)

Tatilden anne-bebek manzaraları VOL.II

Ah sevgili okurlarım ah!
Tamam Egeliyiz,Akdenizliyiz, tez canlı, telşalı, heyecanlıyız ama kabul edelim biraz da düşüncesiziz işte.

Yine otelin bilumum köşelerinde gözüme çarpan hatta gözüme giren şeyleri aktarmaya devam edeceğim.

2 yaş civarı biz kız çocuğu lobiden içeri girerken çok şiddetli bir şekilde ağlıyordu. Ama annede tık yok, sanki duymuyordu.Yürümeye devam ederlerken kızı sürüklemeye başladı asansöre doğru. Pardon size bir uçan tekme atabilir miyim? diyesim geldi.Ama diyemedim tabi.İçimden küfür etmem ben. Direk adamın suratına söylerim ne demem gerekiyorsa.Uzak olmalarından dolayı söylenmemi de duyamazlardı.Zaten ağlama sesinden başka hiiiiiiiiç birşey duyulmuyordu. Neyse...Anne sürükleye sürükleye çocuğunu asansöre bindirdi. Biraz da tartakladı.AFERİN!!!
Demek ki bu anneye de zamanında onun annesi böyle yapmış. Bravo, ağlatın hep böyle bebelerinizi, hiç duymayın seslerini.Konuşmaya çalışmayın, anlatmaya uğraşmayın. Hiç iletişiminiz olmasın.

Sonra okula başladığında
Uyumsuz,
Hiperaktif,
Agresif,
Ders çalışmayan,
Bilmem ne bilmem ne şikayetleri ile bize gelmeyin. Hepsinin sebebi bu ağlama nöbetlerinde annenin-ebeveynlerin yardımcı olmaması.
Çocukla inatlaşmak ise daha bela birşey.Ergenlikte görürsünüz siz! Hiç dinlemeyecek sizi, aynısını size yapmak isteyecek hatta.

Bu tür anneler biraz düşüncelilik etse, empati kursa "ben olsam bana iyi ve yumuşak davranılmasını isterdim" dese problem kalmayacak.


Gelelim başka bir olaya.

Katta asansör bekliyoruz Ata ile,bir baba ve 2 çocuğu da bekliyor... Siz buyrun önce, biz bekleriz dedim.Asansöre yerleşirlerken minik oğlan oradan bir düğmeye bastı. 2 metre boyunda 5 metre eninde olan baba ise çocuğa anında bir yumruk vurdu ( kafasına)o sırada kapı kapandı.Seslerden anladığım kadarıyla çocuk yere düştü. Boşluktan "kalk ulan", "yine çakarım haa!" sesleri yükseliyordu.

Orada öylece çakılıp kalan ben, epey bir zaman sonra kendime gelebildim.Annesi orada olsa acaba o olay böyle gerçekleşebilir miydi? Yüreği hiç mı sızlamadı acaba diye düşündüm durdum.
Yine başka bir anektot!
Bebek arabasında sürekli volta atan bebeği her gördüğümde seviyordum. Annesiyle sık sık laflıyorduk ta. Sonra birgün ”annesi havuza sokmamı istemiyor “ geçen sene hasta oldu dedi.Haydaaa, pot kırdım, tüh derken, kadın bebeğin dadısı çıktı.Ama o kadar annesi gibiydi ki şaşırdım kaldım. 1-2 gün sonra annesiyle müşerref olduk. Dadısından daha uzaktı hatta çok soğuktu. Belki depresyondadır, tatile ondan gelmiştir dedim. Ama sonra anladım ki ablanın durumu kronik. Dadı,annanne ve teyze bebeği oyalıyor o ise sere serpe güneşlenip yüzüyordu gün boyu. PES!!!!
Güzel şeyler de vardı.
Anne kızıyla tavla oynarken, baba 3 aylık minik bebeği kucağına alıp ona şarkı söylüyordu.Şakalaşıyordu bol bol. Bebeğin gülücükleri herkesi mest etmişti. O aile zaten acayip sıcaktı, çok tatlıydılar. Helal olsun böyle anne-babalara. Baba üşenmeden, gücenmeden bebeğine çok yakın ve sıcak bir ilgi gösteriyordu. Mutlu bebeğin kıkırdamalarını yine duyar gibi oluyorum.

Şimdi yazıma son vermem lazım. Çünkü yavrucan beni bekler.

Sevgiler

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Tatilden Anne-Bebek Manzaraları

Kötü polisim ben. Aslında bu yazıyı yazmak yerine o manzaraların fotoğraf ve videolarını yükleyip vasatın da altında olan anneleri deşifre etmem lazım benim!
Uykularım kaçıyor bazen aklıma geldikçe!
En sondan başlayayım anlatmaya:
(Ev yerine otelde geçen tatilimizin mekanlarından anektotlar.Neredeyse her ailede bir bebek vardı.)

Lobideki koltuklardayız, çıkmak üzereyiz artık...1 yaş civarı bebek arabasında sıkı sıkı bağlıdır ve sert bir sesle Uaaaaa! diye ağlamaktadır.Her allahın kulu bebeğe bakarken anne sadece puseti ileri geri yürütüp kocasıyla muhabbet etmektedir:
Anne:Ayyy, havuza inelim, hadi çok güzeeellll...
Bebek:UaaaaAAAA...
Baba/Koca:mırmırmır birşeyler der
BebekUaaaAaaaaAAAA!!!
Anne:Hiii, ay ne iyi oldu geldiğimiz.
Bebek:Ciyaaaaaaaaaaaaakkkkkkkkk!
Baba/koca: Mırmırmırmır
Otel görevlisi gelip birşeyler konuştu...
Baba/koca:Ben kızımla çok iyiy anlaşırım, bakın(başını okşar)
Bebek:Ciiiiiiyyyyyyyyyyyyyyyyyyyaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaakkkk!
Anne:Başka havuz da var mı?
Bebek: Artık ağlamaya hatta çığlıklarla ağlmaya başlar.

Aylin de dayanamaz bebeği kucağına almak ve anne babayı azarlamamak için kendini zor tutar. Kucağı doludur çünkü ;)

Bunları direk pataklamalı var ya! Sersem sersem anne-babalık yapacaklarına keşke sürekli havuz kenarında yaşayıp derilerini buruşuncaya, klordan saçları ağarıncaya kadar o havuzda yaşasalar bekar olarak!!!!!

Bakmayacak olan doğurmasın kardeşim! Bu ne !
Madem çok meraklısın sosyal hayata, bekar kal yada gezenti bir koca bul, gez o tatil köyü senin bu beach club benim.
Madem zor geliyor annelik, her ağladığında ilgilenmek doğurma!
Zor geliyorsa yapma bunu!
O çocuklar sonra ne oluyor, problem yumağı :(

O annenin suratına bir tane koymak geldi, sanki çocuğuna değil de düşmanına bakar gibi bakıyordu. Şiddetle ağlayan evladını kucağına alırsa incileri dökülür belki, ondan öyle bakıyordur diyorum. Belki bluzu kırışmasın diye alıyordur düye düşünüyorum. VAR BÖYLE TİPLER!

İsveç gibi anne-baba okulları açılsın derhal.Sertifika alan doğursun, alamayan beach clublarda gezsin, bebeklere yaklaşmasın bile!

AİLEDEN SORUMLU DEVLET BAKANLIĞI NE İŞE YARAR???????????

Başka bir olay:
Kahvaltıdayız, bir yerlerden katıla katıla bebek ağlama sesi geliyor. En sonunda dayanamadım, kalktım buldum. Resmen akbaba gibi başlarındaydım :))) Buldum da ne göreyim.Anne yiyor afiyetle, bebek ise pusette katılarak ağlıyor. Hemen:aaa, annesi hadi sen yemeğini ye, ben bebeğini sakinleştireyim bu kadar ağlaması iyi değil onun için dedim. Hemencecik sakinleşen bebek kucağımdayken ayak üstü doğal ebeveynlik, bebeği ağlatmamak gerektiği, anneye bağlanma ve güven ile ilgili bir iki bilgi paylaştım.

Anne çok masum görünmese bunu yapmazdım. İlgiyle dinleyen anne ve babaya bir kez daha teşekkürler.

Bu arada bütün bebeklerde Huggies'in Littler Swimmerslarından vardı. Ben pek beğenmedim doğrusu, onun için kullanmamıştık. Kişiliksiz durduğunu düşünüyorum. Mayolar daha şirin ve sağlıklı gibi geldi bana.

Çok dikkatimi çeken bebeklerin ses şiddeti oldu. Daha önce çok iyi gözlemlediğim ve bildiğim bir şeyi anne olarak inceleyince daha farklı detaylar buldum.

Mesela Rus ve JApon anne bebeklerini kucaklarından hiç indirmiyorlardı, bizim gibi. Bizden farkları yemeklerini kendilerinin yemelerine izin vermeleriydi.Japon bebek 1.5 yaşında olmasına rağmen çatalı ile pilavını pek ala yedi bitirdi bir akşam. Rus bebek ise gık demeden koca tatili geçirdi.Fransız ikizler ise kendi kendilerine yemeklerini yiyip sakin bir şekilde masada oturup anne-babalarının konuşmalarını dinlediler.

Bizimkiler ise yaygarayı basıyordu ara ara :)))

Anne olarak bebeğine aşırı bağlı olduğunu düşünen ancak onun beslenme ve yaşam gereksinimlerini karşılarken, bebeklerinin özgürlüğünü hiçe sayan bir yapımız var bizim.Saygıyla beslemediğimiz için onlardan saygı ile büyüklerini dinleme becerisini göremiyoruz. Çok öenmli bu.

Minicik de olsa zorlamadan, yıpratmadan yemelerini, oynamalarını, konuşmalarını, uyumalarını saygı ile sağlamamız gerektiğini düşünüyorum.

Yoksa gerisi kuru gürültü bana kalırsa...

Sevgiler

Aylin

7 Ağustos 2010 Cumartesi

2.Evlilik Yıldönümümüz Kutlu Olsun :)

Bundan 2 yıl önceydi...Bir Bozburun sabahında denizin ortasında evlenmeya karar vermiştik canımla.

8 Ağustos 2008'de sabah sekizi sekiz geçe yani 08.08.2008 08:08'de kıyılacak bir nikahtı bizimkisi. Ben beyaz bir elbise o ise dore rengi bir kravat, beyaz gömleği ve pantalonuyla olacaktı nikahta.

Sabahın ilk ışıklarıyla uyanan aşkımın heyecanı gözümün önünde. Daha sonra heyecanla karışık bir telaşla hazırlanan ben...Aşağıda bekleyen annemler,otel sakinleri,Bozburun halkı,Bozburun Belediye Başkanı,Cnn Türk Sahil Günlüğü programı için Fatih Türkmenoğlu ve dostlar, arkadaşlar...

Kapı çaldı ve mor begonvillerden yapılmış harika bir gelin buketi geldi kayınvalidemden. Bir önceki gün ise yine mor begonvillerle tüllerle kaplamıştık nikah kıyılacak yeri yani, gelin teknemizi.

Saçım,makyajım derken benim kulaklarımda çarpan kalbimin sesinden başka hiçbir şey yoktu.Büyük bir gümbürtüydü :) Tatlı ve beni yutkuna yutkuna konuşturan bir heyecan.

"Hazır mısın? dedi Çağatay.Titreyerek evet dediğimi hatırlıyorum. El ele tutuştuk, yürümeye başladık, alkışları duyduğumu ve iyice heyecanlandığımı hatırlıyorum :)))) Fatih Türkmenoğlu'nun sorularına ne cevap verdim, ne dedim, ne demedim yine heyecandan bilemiyorum arkadaşlar, hahahhaaa:)))

Tekneye geçildi, bizden daha heyecanlı ve dakik olan belediye başkanı nikahı kıydı, imzalar atıldı. Annelere sarılıp öpüşüldü, ilk dans derken şekerler yendi :)



Yazarken yine yurkunduğumu ve çok heyecanlandığımı gördüm.

Demek ki bu geçen 2 yıl zarfında aşkımdan ve heyecanımdan hiçbirşey kaybetmemişim. Hani aşkın ömrü 2 yıldır diyorlar ya... YALAN :) Bence en az 2 yıl :)

Ata'cığımızla birlikte kutlayacağımız bu ikinci evlilik yıldönümümüzün tekrarlarını dilerim bol bol :)


En güzel mutlulukları yaşatan eşim Çağatay'a sonsuz teşekkürler.

Aylin

Doğum ve annelik doğuştan hazır olduğumuz şeyler aslında...

Ben buna çok inanıyorum, bence kadın cinsi anneliğe ve doğuma hazır bir donanımla dünyaya geliyor. Bunları yapmak için ihtiyacı olan şeyler su, hava, beslenme biraz huzur ve kendi iç seslerini dinlemek...

Bebeğimin geleceğini öğrendiğim gün aslında gözümde büyüyen tek şeyin zaman olduğunu biliyordum. Ancak ne yapacağıma, nasıl davranacağıma, bebeğimi hayatımın neresine koyacağıma hazırldım. O nedenle panik olacak bir şey yoktu. Sadece renkli ayrıntılar vardı düşünülmesi gereken. Odası, perdesi, kıyafetleri vesaire.

Hayatım boyunca "doğal" olan şeylerle bir aradaydım. Mesela, saçlarımı boyamadım onlar ağarana kadar.Boyama yaşıma bakılırsa ortalamanın epey bir gerisindeyim. Makyaj, manikür- pedikür malzemeleri, kremler veya detarjan, sprey gibi şeylerle aram pek iyi değildi.

Ben sabunu, saç kınasını, suyu tercih ettim genelde. Gerekmediği sürece makyaj yapmadım. Hala daha yapmam, gerekemdiği sürece saçımı boyatmadım.

Beslenme ve evimde kullanacağım şeyler konusunda ise yine doğal ve organik olanları tercih etmiştim ve eşimle hala tercihimiz bu yöndedir.

Beslenmeyi açarsak, asitli içecekleri hayatımdan çıkaralı yıllar oluyor mesela.Üniversite yurtlarında içecek en kolay şey kutudaki asitli içeceklerdir. Bir gün detosku keşfedip hakkında binlerce kitap okurken ilk öğrendiğim şeyin: kanserli hücrelerin asitli ve oksijensiz ortamda ürediğiydi. E o zaman ilk yapılacak şey asitleri defetmekti hayatımdan. Sonra o kızartmaları çıkarmak. Kızgın ve işlenmiş yağlarla da hiç işim olmadı benim.
Etleri de uzak tuttum hep kendimden. O canım hayvanlara verilen ilaçlar, hormonlu takviyeler insan vücudunda ilk önce -kadınlarda- yumurtalık ve rahim bölgesine yerleşiyormuş. Etlerle olan ilişkim de mesafeliydi. Tıpkı balıklar gibi... Ağır metallerle dolu denizde yüze yüze içlerine çektikleri civayı yemeyi göze alamazdım. Hele ki hamileyken.

Öyle ki, bir seminerde örnek olarak anlatılmıştı: "balık faydalıdır, hamileler bol bol yemelidir" sloganını benimseyen bir annenin bebeği ağır derecede engelli olarak dünyaya gelmiş. Yapılan araştırmalar sonunda annenin tükettiği balıkların buna sebep olduğu kanısına varılmış. Marmara'dan çıkan balıklara özellikle dikkat, HAMİLELER YEMESİN demişti uzmanlar.

Tabi ki organik GDO derdinden uzak besinleri tercih etmiştim, meyve sebze babında.

Müziğin bile organiğini dinlemiştim: yani enstrümantal olanını:)))) Bu bana ve ruhuma tabi ki bebeğime çok fayda etmişti.

Şimdi, bu kadar "doğal" olma sevdalısıyken, doğumu başka türlü düşünemezdim. Doğanın verdiği bir akış var bedene..Özellikle hamileyken. O nedenle kafamı hiiiiiiiiç bozmadım başka şeylerle... DOğal doğum olacak dedim ve bol bol yürüyüş yaptım.
Ama şimdiki aklım olsa doğal doğumu destekleyen kurslara katılırdım.

Çok güzel kurslar var, örneğin Dr. Hakan Çoker'in, DOUM'un, Dr.Dilek Cengiz' in... hamileler bunu mutlaka araştırmalı ve gitmeli diye düşünüyorum.

Bir sonraki yazım hamilelikte yaptıklarım ve yapmadıklarım üzerine olacak.

Sevgilerimle

5 Ağustos 2010 Perşembe

Emzirme Hakkında 3-5 bilgi ve bir kişisel mesaj

Ne kadar emzirmeliyim?

Kaç ay emzirmeliyim?

Kaç yaşına kadar emzirmeliyim diye soran annaler için bilgileri derlemeye çalıştım.

0-2 yaş oral dönemdir. (aslında ilk 18 ay ama olsun ilk iki yaş oalrak kabul edenler de var...)Bebek emme içgüdüsü ile yaşar, dünya ile ilişkisini tat ve emme refleksiyle oluşturur.( Bebeğin gereksinimlerinin, algılarının ve anlatım şeklinin birincil olarak ağız, dudaklar, dil ve ağız bölgesiyle ilgili diğer organlarla olduğu ve yoğunlaşmanın bu bölgede artış gösterdiği en erken gelişim dönemidir. )Bu iki yıl boyunca bebek dolu dolu emmeli,uykudan önce meme ile bebek gevşetilmedir, bu güdüsü doyurulmalıdır.Aksi takdirde ilerideki çağlarda agresiflik, öfke, ısırma, tükürme kıskanç bir kişilik yapısı, sürekli isteme hali, sürekli ilgi bekleme hali sergileyen kişilikler gösterebilirler. özetle 2 yıl dolu dolu emzirilmelidir.

Böylelikle bebeklerin 1-3 yaş arası olan anal döneme ve fallik döneme geçişi sağlıklı olur.

1 yaşına yaklaşılan dönemle birlikte bebekler, otomasyon yani bağımsızlık dürtüsü ile hareket etmeye başlar. Artık annelerine bağlı yaşamaktan çok bağımsız bir birey olarak görülmek isterler. Bundan dolayı ebeveyn kontrolüne karşı gelirler (Bkz:2 yaş krizi tabi bunun sebepleri çok ayrı ve tartışılır) Anal dönemde çocuklar tuvalet eğitimine fizyolojik olarak da hazır oldukları için başlarlar ve bunu başarırlar. Bunca özerklik duygusu içinde emmek, anneye bağlılığın en büyük göstergesi gibidir ve dönemin getirdiği hazları gölgeler diye düşünüldüğü için emzirmenin 2 yaşından sonra azaltılması ya da sonlandırılması istenir" diye hatırlıyorum.

bu arada katı tuvalet eğitimi ileride ortaya çeşitli bozukluklar çıkarabilir: cimrilik,titizlik,inatçılık,bsesif komplisf bozukluk
,mükemmeliyetçilik gibi...

Emzirmenin süresini, eğer anne baskı altında değilse, kendisi içgüdüsel olarak bilir. Bebek de bilir (bence) Bebek bırakmak istemediği sürece anne sütünü kesmenin travmatik olduğunu düşünüyorum.

Kızdığım nokta: 6 aydan sonra besleyici değeri yok deyip annelerin bebeklerini sütten kesmeye özendirilmesi. Bu doğru değil. Çocukların ruhsal gelişimi en az bedensel gelişimi kadar önemsenmelidir.

3 Ağustos 2010 Salı

O kendini ne sanır???

O kendini anne sanır... Umurunda mıdır bebeğinin gözyaşı?

Önemli olan iştir, kariyerdir,dinç ve bakımlı görünmektir, ev temizliğidir, el alem ne der'dir. Onun derdi budur. Etraflı ve derin düşünmediği için; sildiği yok ettiği şeyin evladı olduğunu görmez, göremez.Yoksundur çünkü gönül gözünden.



Aslında bencildir o .



Hep sorunları vardır, hep onun ağırdır yükü. Taşıyamadığı için ilk fırsatta çocuğunu atarlar uçtuğu renkli balondan, irtifa kaybetmemek için. Bebeği kreşlerde büyür, geceleri annannesinin yanında uyur, bazısına devlet baba analık eder, sokakta donmasın diye...



Annesi ölenin acısı büyüktür, kocamandır. Allah kimseleri annesiz bırakmasın.



Ama bir de annesi olup, her allahın günü canı yanan, ezilen, dövülen, yok sayılan, saygısızlığa, hakarete, tacize, ihmale, istismara uğrayanların acısı daha elimdir. Parça parça etler kopar sanki onların bağrından.



Ahhhh anne ahhhh! Ahhh annecim ahhh diye ağlardı bir çocuk! Hiç unutmam gözyaşlarını.

Kara gözlerinden süzülen damlaları yaşadığı bin yıllık derin bir acıdan gelir gibiydi. Kim taşırdı ki onca yükü bu küçücük omuzlarla? Kim sığdırırdı ki onca acıyı o minicik yüreğe? O minicik ellerini saran şefkat dolu, sıcacık bir anne eli arardı gözleri... Anne ardına bakmadan çekip giderken, herşeye rağmen "anneciğim, bırakma, anneciğim nolur yalvarırım bırakma beni" diye haykırırdı, gökyüzü gibi ağlarken. Ama sesi duylmazdı giden tarafından, çoktan silinmişti sesler henüz o haykırmadan...Sonra yavaşça düşerdi başı öne doğru, omuzları düşer, ayak ucuna bakıp bu sefer gözyaşlarını silmeye uğraşırdı, yaşamak uğruna...



Çekip giden mi? O, o, o annedir, varlıktır, yücedir ama bırakıp gittiğinden beri bir yüreğin sonsuz acı dolu deliğidir ve kulağında yavrusunun sesi, gönlünde izi, teninde kokusu olmadan trene binip gitmiştir çoktan...

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Milupa'dan yanıt geldi

Kendileri telefonla aradıkları için kısa notlar alabildim.Aktarıyorum:

Ürünlerimizde GDO'lu madde veya hammadde bulunmamaktadır.

  • Protein kaynağı inek sütüdür.
  • Vitamin ve mineral kaynağı kimyasallardır.
  • Sterilize etme ve saklama koşulları yüksek ısıda yapılmaktadır.
  • Merkezimiz Almanya'dır.
  • Malzeme aldığımız ülkeler: Polonya,Almanya,Hollanda'dır.
  • Soya ürünlerimizde GDO yoktur.
  • Türkiye'den hammadde ve madde almamaktayız, Almanya'nın organik tarım sertifika derecelerine göre uygun olmadığı klinik olarak saptandığı için madde ve hammadde alamamaktayız.
  • Sütlerimiz Hollanda ineklerinden elde edilmektedir.
  • Aspartam ve benzeri kesinlikle yoktur.
  • Örnek analizler Milupa' nın sitesinde mevcuttur.
  • Tesisler Almanya'dadır. Bunu yönetime ileteceğiz, uygun görülürse Almanya'ya davet edilebilirsiniz.Meyve sularını doldurmak için kiraladığımız bir fabrika var ancak yine uygun görülürse yönetim tarafından ziyaretiniz sözkonusu olabilir.
  • Hekimlere seminer,literatür taramaları ve örnekleri gönderiyoruz. Son tıbbi çalışmaları ve bizim çalışmalarımızı anlatıyoruz. Kendilerini ziyaret ediyoruz dediler. Ürünlerimizi anlatıyoruz ve tavsiyede bulunmalarını istiyoruz dediler.

Ayrıca,

Fabrikaya giren inek sütü, içine giren vitamin, mineral ve diğer "katkı maddeleri" olan aptamil, vb ile anne sütüne yakın bir formüle dönüştüğünü belirttiler.

  • Konuşmamızın içeriği Milupa tarafından maillenecek ve burada yine paylaşılacaktır.

Sevgiler

1 Ağustos 2010 Pazar

Başlık atamayacak kadar sinirliyim şu an!

Bebeklerini gece yarılarına kadar ayakta tutan anneler ve ebeveynleri, üstelik onları çılgınlar gibi ağlatanları bir temiz sopadan geçirmek istiyorum.

Bu saate kadar bu çocuğun ne işi var ayakta?
Uyutamadık...
Neden???
E uyumuyor bizimkisi.
Kaç yaşında?
1.5
Televizyon açık mı?
Hııııı (Ohh süper!)
Neden böyle ağlıyor sizce?
İnat biraz, babasına çekmiş ( Vah vah vah garibim, şimdi ben nasıl anlatayım 2 yaş sendromunu)

Şu an mahallede 4 ayrı apartmanda 4 bebek var, her biri ayrı tonda ağlıyor! Ya bir bebek bu kadar çok sinirlenir mi? Bu kadar sinirle ağlar mı? Hele ki gece yarılarına kadar!..............

Anneleri serilmiş bir kenara tv izliyor, bunlar ya kardeşleriyle itiş kakış halinde yada birilerinin kucağında sinir harbinde!
Nasıl bir yetişkinliktir, bebeklerle inatlaşılır???
Nasıl bir anneliktir, aval aval tv izlenir, üstüne izletilir???

Nerede o bebeğin banyosu, uyku rituelleri, rutini? Nerede ???

Polis çağırıp karakola çektireceğim bunları ben! Bu kadar bebek ağlamasına ve ağlatılmasına devlet el koymalı!
Benim için memleket meselesi şu an budur!!!